Film Önerileriniz - Sayfa 162 | GSCimbom - En İyi Galatasaray Taraftar Portalı ve Forumu

Film Önerileriniz


Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Görüntü siyah beyaz olsun yeter ki gönüller renkli olsun karşim



12'yi izle sonra sonra modern bişey istersen Exam'e bak bence..bilim kurgu temelli ararsan Cube, Cube kare (2), Cube Zero üçlemesi



daha klostrofobik şeyler için Buried, Brake



daha felsefi bişey için Man from Earth
 
Aksiyon arıyorsanız en kaliteli seri =======>



880753-bigthumbnail.jpg



Bu filmi geçen izlemistim... bu kadar heyecanli film uzun zamandir görmedim.



Her dakikasini begendim, çok heyecanli ve profesyonel bir film yapmislar.
 
Repulsion (Tiksinti) (1965)







Film Hakkında :
Londra’da kız kardeşi ile yaşayan Carol’un (Catherine Deneuve) oldukça güzelliğinin ve sıradan yaşamının arkasında kimsenin bilmediği takıntılı tiksintileri saklıdır. Özellikle cinselliğe olan tiksintisi kız kardeşinin tatile çıktığı bir zamanda oldukça şiddetli ve şizofrenik bir görünüm kazanır.



Tiksinti, yönetmenin en karakteristik filmlerinden biri. Başrolünde genç bir Catherine Deneuve ile klostrofobik bir karabasan, siyah beyaz bir görsel ustalık gösterisi... Filmin, tüm zamanların en iyi gerilim filmlerinden biri olduğunu iddia etmek hiç de yersiz olmaz.



Değerlendirmem :
Ağır ilerleyen, kamera açılarının beni cezbettiği, siyah-beyaz gösterimin filme daha değişik bir hava kattığı, bazı sahnelerde oldukça geren bir Roman Polanski harikası. Catherine Deneuve rolünü mükemmel oynamıştır...Donuk yüz ifadesinde zaman zaman gülmesi korkutucu yapar karakteri...Şizofrenik bir vaka olan Carol'ın hayal ve gerçek arasında gidip gelmeleri ile yaşanan sıradışı olayları anlatır yapım. Kendi iç dünyasında oldukça karmaşık olan Carol,gerçekte oldukça suskun biridir..Ama daha sonrasında tamamen farklı bir hal alıp uygulamaya koyuyor kafasındakileri. Oldukça psikolojik bir film,izlerken iç daraltıcı olabiliyor ama sonuna kadar da izlettiriyor kendini.Özellikle sonu çok vurucudur,bakışlar, gözlerin dikilmesi vb.... Film biraz ağır ilerliyor,diyaloglardan öte Carol'ın jest ve memikleri ile kamera açılarına odaklanıyor. Bu yüzden genel izleyicide biraz daralma yapabilir...Oldukça değişik bir yapıt...8/10
 
Love and Death (1975)







Film Hakkında : Napolyon, Çarlık Rusya’sını işgal etmek isterken, Boris Grushenko adlı korkak bir Rus ülkesini korumaya ve ülkesi icin savaşmaya zorlanır. Fransız ordusu, sayıca çok daha fazla ve daha güçlü olduğu için Rusya savaşı kaybeder. Napolyon artık Moskova’ya ulaşmıştır.



Boris, savaşmanın bile saçma olduğunu düşünürken, yeni evlendiği genç karısı tek çarelerinin Napolyon’u öldürmek olduğunu söyler.



Rusya’nın tarihini komik bir dille anlatan Woody Allen; aşk ve ölüm üzerine de derin bir felsefe yapıyor.



Değerlendirmem : Absürd bir komedi içinde felsefik bir film. Hemen her Woody Allen filminde olduğu gibi ilişkileri komik unsurlar üzerinden sorgulayuyor ki bunda biraz daha absürd bir anlatım seçilmiş, ilaveten Tanrı ve ölüm üzerine de sorular soruyor ki bence ana temalar yönünden bu durum hiç de arka planda değil(özellikle sonu düşünülecek olursa). O dönemki sevgilisi Diana Keaton ile yine başrolü paylaşmış.. Film boyunca kahkaha atmazsınız fakat eğlenceli olduğu aşikar.Aslında zıtlıkların da ne kadar gerçek olduğu konusunda fikir sahibi ediyor...7,5/10
 
Metropolis (1927)









Film Hakkında : İnsanlık artık ikiye ayrılmıştır. Yeraltında makinelerle birlikte yaşayan sınıf ve yukarıda daha konforlu bir yaşam süren yönetici sınıf. Lang, bölünmüş toplumsal yapıyı, insanı bir aşktan yola çıkarak, uzlaştırmaya çalışır.



Dönemine göre mükemmel sayılabilecek bir şehir tasarımı vardır filmde ve kendisinden sonra gelen bütün bilim kurgu filmlerini etkilemiştir. Özellikle, filmin genel atmosferinden uzak, naif sonuyla eleştiriler almış olsa da, bu durum kesinlikle filme gölge düşürmez. Bilim kurgu sinemasının, bilimsel yönünün en büyük keşiflerinden biridir.



Tüm zamanların en başarılı bilim kurgu filmlerinden biri olarak kabul edilen 1927 yapımı Metropolis, endüstri çağının etkisini iyiden iyiye gösterdiği ve silahlanmanın hız kazandığı bir dönemde ünlü alman sinemacı Fritz Lang tarafından çekilmiş bir filmdir.





Değerlendirmem : Bilim kurgunun tartışmasız başyapıtlarından biridir Metropolis. Kendisinden sonra çekilen diğer birçok bilim kurgu filminin de ilham kaynağıdır.Film 2 kez uyarlandı sinemaya:Asıl önemli versiyonu Fritz Lang yönetiminde çekilen bu 1926 tarihli hali.Sessiz bir filmdir.Fütüristik sinemanın ilk örneği olan bu filmde toplumdaki sosyal tabakalar arasındaki kopukluk anlatılır.Üstün bir sosyal sınıf ve üsttekilerin bilmediği ezilen bir sınıf arasındaki etkileşimler konu edinir.Sosyal bir devrimin altı çizilir.Makinelerle donatılmış 2020 yılındaki bir metropelde geçer.O yıldan 2020 yılının bu zamana bakarak olası doğru bir şekilde anlatılması ayrıca irdelenmelidir.Bu bakımdan yol gösterici bir niteliği vardır.1926 tarihli bu filmde efektlerin abartısız olması ve etkileyiciliği gerçekten takdire şayan anlatımı kadar.Bilim kurguya meraklı kişiler izlemeli ki sadece efektleriyle varolan bir bilimkurgu filmi de değil Metropolis konusuyla da topluma ışık tutuyor.Kapitalist sisteme göndermeler yapıyor.Büyük şirketler,köle insanlar,duygusuz bilim adamları vb. birçok karakter var.Ve bu yüzden günümüzün anlatımsız,sırf efektler üzerine kurulu çoğu bilim kurgu filminden daha önemlidir bana göre. İşçilerin marş söylemesi ve robot gibi yürümeleri,Brigitte Helm(robot)’un uyanışı,Metropolis’i basan sel sahnesi en akılda kalan anlar



Ayrıca Metropolis filmi Queen'in "Radio Ga Ga" şarkısının klibinin de platformudur. Orada da radyoların aslında video kliplerden daha üstün olduğuna dikkat çekilir.Televizyonun balon starlar yarattığını anlatır ve deyim yerindeyse video kliplere giydirir...



Kısacası bilimkurgunun yapıtaşlarından olan bu filmi izlemeyen bilimkurgucuları sopayla kovalamak lazım...10 / 10
 
The Fisher King (1991)









Film Hakkında : Çılgına dönmüş bir adam, ünlü DJ Jack Lucas'ın söylediklerinin yanlış anlaşılması sonucu, ünlü bir New York barında katliam yapar. Jack tavrı nedeniyle bu kişiyi galeyana getirerek hayatının hatasını yapmıştı. Yaklaşık üç yıl sonra amaçsız bir alkoliğe dönüşen Jack, bu kanlı olayda karısının ölümüne tanık olup akıl sağlığını kaybeden bir adamla, yani Perry ile tanışır. Aralarında başlayan iletişim tam bir dostluk hikayesine dönüşür.



Jeff Bridges ve Robin Williams'ın başrollerde oynadığı film ünlü yönetmen Terry Gilliam'ın imzasını taşıyor.



Değerlendirmem : Artık bu tip derin anlamlar taşıyan filmler çekilmiyor. Öyle ki yeni nesil sinema izleyicisinin de bu tarz filmlerden sıkılabilme olasılığı fazlalaşıyor. Ha tam tersi bir kaçış da olabilir tabii.O yüzden 2000'lerden önce çekilen filmler bende hastalık derecesinde,özellikle 80'lerden 90'lara geçiştekiler...



Duygu yoğunluğunun tavan yaptığı,aralardaki hikayelerle öğütlerin verildiği, Robin Williams'ın performansıyla parmak ısırttığı bir yapım. Robin Williams filmi götürüyor gibi gözükse de Mercedes Ruehl ve Amanda Plummer da rollerinde gayet iyidirler. Jeff Bridges'a ayrı bir parantez açmaya gerek yok,adam karizmanın doruklarında lakin.Konudan çok sanırım oyunculuk performansları ve anlamları ile övgüyü hakediyor.İzledikten sonra da ağızda bir tad bırakıyor. Masalımsı anlatımı ve derin öğelerle arşivde yer almalıdır diye düşünüyorum bu klasiğin...Son olarak diyeceğim; eğlencelik bir film arıyorsanız yaklaşmayın, ama derinlik arıyorsanız ekrana yapışın...8/10
 
Le Samourai (1967)





Film Hakkında : Profesyonelliğinden ve soğuk kanlılığından asla ödün vermeyen ve tüm işlerini arkasında tek bir ipucu bırakmadan neticelendiren bir katil olan Jef Costello yeni bir görev için atanır. Bu yeni görevde bir gece kulübünün sahibi olan Martey'i öldürmesi için kiralanır. Kiralık katil her zamanki gibi tüm planlarını son derece titizlikle kursa da bu kez olay yerinde kimi tanıklar tarafından görülür. Bunlardan biri de gece klübünde çalışan güzel piyanist Valérie'dir. Polis memuru Superintendent Costello'nun katil olduğuna inansa da kanıtlar yeterli olabilecek midir?



Kara film türünün en önemli başyapıtlarından biri olan Uzakdoğu filmi, kendisinden sonra gelen türdaş filmler için önemli bir örnek konumundadır.



Değerlendirmem :
Enteresan bir havası var bu filmin...Alain Delon'un oynadığı Jef Costello karakteri daha sonraki "kiralık katil" temalı birçok yapımda taklit edildi;fakat buradaki karakter kadar iz bırakamadı... Bu durum bile filmin orjinalliğini kanıtlıyor. Öyle çok fazla action yok ki zaten film gücünü bundan değil,işlediği bir kara film - kiralık katil temasından alıyor. Bu bakımdan filmin sonu mesaj verici bir özellik taşıyor. Costello karakterinin kanaryasıyla telapatik anlaşması da samurayların yalnızlığına atıfta bulunuyor. ..8/10
 
Profondo Rosso (Deep Red) (1975)







Film Hakkında : Caz piyanisti ve müzik hocası Marcus Daly, kanlı bir cinayete şahit olduktan sonra, cinayetin ardındaki gizemi araştırmaya başlar. Zamanla cinayetlerin sayısı artmaya başlar ve Daly cinayetlerle kendisi arasındaki bağlantıdan yola çıkarak, katilin kim olduğunu bulmaya çalışır. Katile giden yol, sırlarla dolu bir bulmacayı andırmaktadır.



Bir kadının aynadan yansıyan parçalanma sahnesinden bir başka karakterin kolye ile öldürülmesine kadar, etrafa saçılan kan miktarı karakterlerin kalbinin bir daha atmayacağının garantisini veriyor. Korku sineması hayranları bu filmle bir türün doğuşuna ve dehşet kültürünün en başarılı mimarlarından biri olan Dario Argento tarafından şekillendirilişine tanıklık ediyorlar. Sinema tarihinde geçmişe doğru yolculuğa çıkıp bu denli eğlenceli, dehşet verici, görsel açıdan çarpıcı ve önemli bir türün evriminin ilk aşamasını ziyaret etme fırsatını her zaman elde edemeyebilirsiniz.



Suspiria’nın yönetmeni Argento’nun Suspiria’ya göre daha az bilinen ama hayranları tarafından el üstünde tutulan korku başyapıtı Profondo Rosso. Klasik korku filmlerinden ayrılan türlü özellikleri var, giallo türünü temize çeken senaryosu ve dehşet anları başta geliyor.



Değerlendirmem : Tam anlamıyla bir korku/gerilim başyapıtı...Önce polisiye olarak başlar,gizem faktörü filmden eksik olmaz...Sonrasındaki dehşet anları,kanın gövdeyi götürmesi,merak,gizem,ipucu arama derken film kendine bir anda bağlar,gözünüzü ekrandan ayıramaz ve filmin sonundaki sürprizle "hadi be" tarzı bir şaşkınlıkla, hikayenin aslında ne kadar örgülü olduğuna şahit olursunuz.



Bana göre Argento'nun aynı türde ve daha fazla bilinen Suspiria'dan daha üstün bir klasiği...Suspiria'da bir andaki vuruculuk bu filmde daha bir yayılmış, daha bir gizem öğesi katılmış şekildedir..Ayrıca daha eğlenceli...Eksik yanı ise hassas ve cesareti az olan piyanistin dedektiflik konusundaki üstün gayretleri,bir geceyarısı hayaletli denilen eve gözünü kırpmadan gitmesi..Tabi burda yönetmen bir tezat oluşturmak istemiş olabilir ama bana abartı geldi...



Müziklere de değinmek gerek,filme ayrı bir hava katmıştır...Özellikle çocuk müziğinin kullanılmasını da filmin sonunda anlıyorsunuz....70'lerde çekildiğini düşünürsek türdeşlerine göre zamanının çok ötesinde olduğunu söyleyebiliriz.Orjinal dilinde altyazılı izlenmesi tavsiye olunur...8,5/10
 
Take the Money and Run (Parayı Al ve Kaç) (1969)







Film Hakkında : Akıldan silinmeyen eğlenceli sahneleri ile bir hayli eğlenceli bir çalışma olan bu filmde, Virgil karakterini canlandıran Woody Allen adeta destan yazıyor... Virgil Starkwell, suç işleme takıntısından kurtulamayan, ilginç karakterde -standart Woody Allen- bir adamdır. Çocukluktan gençlik dönemine, başarısız müzik kariyerinden, bir türlü engel olamadığı banka soyma saplantısına kadar hayatının bütün dönemlerini anlatan belgesel formatında bir çalışma olan "Parayı Al ve Kaç", Virgil’in çevresinden insanlarla yapılan röportajları da içeriyor.



Değerlendirmem : Mokümanter tarzında kara bir komedi..Woody Allen'ın ilk deneyimlerinden biri olması sebebiyle,henüz yontulmamış komedi unsurları dahi insanı güldürüyor ve gelecekteki filmlerinin yapı taşını oluşturduğuna şahit oluyorsunuz. Virgil'in anne ve babasının tanınmamak için kullandığı maskeler, sabundan yapılma silah,çamaşır çalma sahneleri derken 85 dk.'lık bir filmde bayağı akılda kalıcı ve güldürücü şeyler var...Bu absürd ve yer yer hicivlerle dolu suç öyküsü kesinlikle zaman kaybı değil...7,7 / 10
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt