Immanuel KANT | GSCimbom - En İyi Galatasaray Taraftar Portalı ve Forumu

Immanuel KANT


Metafiziğin dogmacılığı, arı usun eleştirisi olmaksızın metafizikte ilerlenebileceği önyargısı ahlâka ters düşen ve her zaman dogmatik olan tüm inanç sistemlerinin gerçek kaynağıdır. Öyleyse, gelecek kuşaklara kalıntı bırakmak üzere arı usun eleştirisinin ölçünleri ile uyumlu dizgesel bir metafizik üretmek çok güç olmasa da, bu hiç de hafife alınmayacak bir beceri gerektirmektedir. O zaman usun kültürüne, eleştiriden yoksun bir el yordamının dikkatsiz ve temelsiz arayışlarıyla olmak yerine, genel olarak bilimin güvenilir yoluyla yaklaşılabilecektir; ve meraklı gençlik onları üzerlerine hiç bir şey anlamadıkları ve dünyadaki hiç kimse gibi kendilerinin de hiçbirşey bilemeyecekleri şeyler çevresinde gevşek kurgulara gömülmek için öylesine erken ve öylesine çok yüreklendiren ve sağlam temellendirilmiş bilimlerin öğrenilmesini gözardı ederek yeni düşünceler ve görüşler bulmaya yönelten sıradan dogmacılıktan koparak zamanını daha iyi kullanabilecektir... (AUE)



Bir insanın kendi mutluluğunu nerede gördüğü, herkesin kendi özel haz ve acı duygusuyla ilgilidir; hatta bir ve aynı öznede bile, bu duygunun değişmesine göre farklılık gösteren gereksinmelerle ilgilidir. Böylece (bir doğa yasası olarak) öznel bakımdan zorunlu olan bir yasa, nesnel bakımdan çok rastlantısal bir pratik ilkedir; farklı öznelerde çok farklı olabilmektedir ve olmalıdır da, dolayısıyla hiçbir zaman bir yasa sağlayamaz. Çünkü mutluluk arzusu söz konusu olduğunda, önemli olan, yasaya uygunluğun biçimi değil, sırf içeriktir, yani yasaya uymakla zevke ulaşıp ulaşmayacağım ve ne kadar zevk alacagımdır.

Ben-sevgisi ilkeleri, gerçekten genel beceri (amaçlara erişmek için araç bulma) kuralları içerebilir, ama o takdirde bu kurallar yalnızca teorik ilkelerdir (söz gelişi "ekmek yemek isteyen kendine değirmen uydurmalı" kuralı gibi). Bunların üzerine kurulu pratik buyurtular ise, hiçbir zaman genel olamazlar, çünkü arzulama yetisini belirleyen neden, hiçbir zaman genel olduğu, aynı nesnelere yöneldiği kabul edilemeyecek olan haz ve acı duygusunda temelini bulur. (PUE)

***

Kumarda kaybeden, kendine ve akılsızlığına kızabilir, ama oyunda hile yaptığını biliyorsa, (bu şekilde kazanmış olsa bile) yaptığım ahlâk yasasıyla karşılaştırır karşılaştırmaz, kendi kendini hor görmek zorunda kalır. Öyleyse ahlâk yasası, kişinin kendi mutluluğu ilkesinden başka bir şey olsa gerek. Çünkü bir insanın kendi kendine "cebimi doldurmuş olsam da, ben değersiz biriyim" derken kullandığı ölçülerle, "ben zeki bir adamım, kasamı doldurdum" derken kullandığı ölçüler birbirinden çok farklı olsa gerek. (PUE)

***

Deneysel yargılar , nesnel geçerliğe sahip oldukları zaman, 'DENEY YARGlLARI'dır; sadece öznel geçerli olanlarını ise sırf ALGI YARGILARI diye adlandırıyorum. Bu ikincileri, saf anlama yetisi kavramlarını değil; sadece düşünen bir öznede algıların mantıksal bağlantılılığını gerektirirler. Oysa birincileri, her zaman duyusal görünün tasarımlarından öte, özce anlama yetisinde yaratılmış özel kavramlar şart koşarlar; işte bu kavramlar deney yargısının nesnel geçerli olmasını sağlarlar.

Bütün yargılarımız önce sırf algı yargılarıdır: sadece bizim için, yani öznemiz için, geçerlidirler; onları biz sonradan yeni bir ilgi içine, yani bir nesne ile ilgi içine sokarız ve onların her zaman bizim için ve aynı şekilde herkes için geçerli olmalarını isteriz. Çünkü, eğer bir yargı bir nesne ile uyuşuyorsa, o halde aynı nesne hakkındaki bütün yargılar kendi aralarında da uyuşmalıdırlar; ve böylece deney yargısının genel geçerliği, onun zorunlu genel geçerliğinden başka hiçbir anlama gelmez. Bunun tersine de: eğer bir yargıyı zorunlu olarak genel geçer kabul etmek için (ki bu hiçbir zaman algıya değil, altına algının konduğu saf anlama yetisi kavramına dayanır) bir neden buluyorsak, onu aynı zamanda nesnel olarak da kabul etmek, yani onun sırf algının bir özneyle olan ilişkisini ifade etmekle kalmadığını, nesnenin bir özelliğini de dile getirdiğini kabul etmek zorundayız. Çünkü, eğer tüm yargıların ilgi içinde bulundukları ve onunla uyuşmak, bundan ötürü de kendi aralarında uyuşmak zorundak oldukları nesnenin birliği olmasaydı, başkalarının yargılarının benim yargılarımla çakışması neden gereksin..? (Proleg.)
 
Son düzenleme:
ülkemizde neden dindar kesimin ahlaksızlıkla ön plana çıktığı gerçeğini apaçaık ortaya koyan savları vardır, benim şahsi görüşüme göre dini öğretmeden ahlak kavramını , kurallar yasalar ile ahlak ve bireysel mutluluğun ve toplumun mutluluğunun nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu çocuklara aşılamak gerekir.

böylece bireyler dogmaların dayattığı kurallar ile şahsi mutluluğu arasında ezilip kalmayacak ve ahlak kavramları dezenforme olmayacaktır.

nice ateist toplumlarda ahlak kavramının daha iyi oturmasını buna bağlayabiliriz.

aslında bizim yaş gurubumuzda müfreday din ve ahlak dersi olarak verilmekteydi , şu an muhtemelen siyasi içerik bile mevcuttur diye tahmin ediyorum.

Kant'ın yaratılış ve inanç üzerine düşünceleri üzerine de konuşmak öğrenmek isterim açıkçası , kendisi inanç kavramına bambaşka bir bakış açısı katarak farklı görüşler arasında köprü kurulmasına vesile olmuştur.
 
capture1351629180010.png


ergo: turkiye hic bir zaman peaceful ulke olmiyacak

(kant: 2017)
 
ülkemizde neden dindar kesimin ahlaksızlıkla ön plana çıktığı gerçeğini apaçaık ortaya koyan savları vardır, benim şahsi görüşüme göre dini öğretmeden ahlak kavramını , kurallar yasalar ile ahlak ve bireysel mutluluğun ve toplumun mutluluğunun nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu çocuklara aşılamak gerekir.

böylece bireyler dogmaların dayattığı kurallar ile şahsi mutluluğu arasında ezilip kalmayacak ve ahlak kavramları dezenforme olmayacaktır.

nice ateist toplumlarda ahlak kavramının daha iyi oturmasını buna bağlayabiliriz.

aslında bizim yaş gurubumuzda müfreday din ve ahlak dersi olarak verilmekteydi , şu an muhtemelen siyasi içerik bile mevcuttur diye tahmin ediyorum.

Kant'ın yaratılış ve inanç üzerine düşünceleri üzerine de konuşmak öğrenmek isterim açıkçası , kendisi inanç kavramına bambaşka bir bakış açısı katarak farklı görüşler arasında köprü kurulmasına vesile olmuştur.

Kant yaratılışçı değil, “transendental idealizm” denen bir metafizik öğretiyor, epistemolojik işleyişi de “eleştirel felsefe” (kritisizm) dediği, kısaca rasyonâlizm ile empirisizmin ortaklaşa kullanımı, bunun için de «saf us» ile «pratik us» diyerek düşüncel faâliyeti ikiye bölüyor, buradan analitik ve sentetik yargıları çıkarıp , bunları da kendi aralarında a priori / a posteriori olarak ayırıyor ..

Bütün yargılarda, bir özne ile yüklemin bağıntısı iki türlü olabilir. (Burada yalnız olumlu yargıları göz önünde tutuyorum. Çünkü diyeceklerimin daha sonra olumsuzlara uygulanması kolaydır.)

Ya B yüklemi A öznesine ilişkindir ki, burada, B, A'nın içinde kendiliğinden bir şey olarak vardır; ya da A ile bağıntısı olmasına karşın onun büsbütün dışındadır. Birinci durumdaki yargıya analitik, öbürüne de sentetik diyorum. Demek ki yüklemin özneyle bağıntısında bir özdeşlik olmayan yargılar analitik yargılardır.
Ama, sentetik diye adlandırılacak yargılardaki bu bağıntıda özdeşlik düşünülmeyecektir. Birincilere açıklayıcı, öbürlerine genişletici yargılar da denebilir. Çünkü birinciler özne kavramına hiçbir şey katmazlar; tersine, bu özne kavramım yalnızca çözümleme ile parça-kavramlara ayırırlar ki, bu parça-kavramlar aynı zamanda karışık ve anlaşılmaz da olabilirler. Buna karşılık, sonuncular, özne kavramına bir yüklem katarlar. Bu yüklem, bu özne konusunda ne düşünülmüştür ne de kavramın çözümlemesiyle çekip çıkarılmıştır.

Örneğin, «Bütün cisimler yer kaplar» dediğimde, bu analitik bir yargı olur. Çünkü ben, yer kaplamayı cisimle bağıntılı olarak bulduğum için, kavramı ancak cisim yüzünden bilmeyip, yalnızca bu kavramı çözümlerim; yani yüklemi bulabilmek için, onda (cisim kavramında) her zaman düşündüğüm çeşitliliğin bence bilinmesi yeter; böylece elde ettiğim analitik bir yargı olmuş olur. Buna karşılık,
«Bütün cisimler ağırdır» dediğimde, burada yüklem, bir cismin yalın kavramında genellikle düşündüğüm büsbütün başka bir şey olarak karşımıza çıkar.

Sentetik bir yargı, böyle bir yüklemi kendisine kattığımız bir yargıdır. Deney yargıları tümüyle sentetiktir. Çünkü kesinlikle kendi kavramının dışına çıkmadığım ve analitik bir yargıyı dile getirmek için hiçbir deneyin tanıklığını gereksemediğimden, onu deneyle temellendirmeye kalkışmak anlamsız olurdu.
«Bir cisim yer kaplar» önermesi a priori bir önermedir; asla bir deney-yargısı değildir. Çünkü deneye gitmeden önce bu yargının tüm koşullarını biliyordum. Bundan ötürü yüklemi, yalnızca çelişmezlik ilkesine dayanarak çıkarabilir ve ancak böylece deneyin bana hiçbir zaman veremiyeceği yargının zorunluluğunu bilebilirim. Buna karşılık ben, ağırlık yüklemini asla bir cisim kavramı içine koyamam. Böylece bu kavram deneyin bir bölümü ile bir deney-nesnesini gösterir. Bu bölüme aynı deneyin nesne kavramına ilişkin daha başka bölümleri de ekleyebilirim. Cisim kavramım, uzam, içine girilemezlik, biçim vb. belirtilerle ve kavramda düşünülen bütün şeylerle, önceden analitik olarak bilebilirim. Oysa bilgimi genişletmek isteyip de, deneyden çıkarıp attığım cisim kavramına dönüp yeniden baktığımda, yukarda söylenen belirtilerle ağırlık arasında sürekli bir bağıntının olduğunu görülür. Demek ki ağırlık yükleminin cisim kavramıyla birleştirilmesi olanağı deneye dayanıyor. Bu iki kavramın biri öbürünün içinde bulunmuyor, ama birbirleriyle raslantısal da olsa bağlan şundandır: ikisi de görülerin bir bileşimi olan deneyin sağladığı bir tamlığın parçasidir. Fakat sentetik a priori yargılarda bu yardımcı araçtan tümüyle yoksunuz. B kavramıyla bağlılığını öğrenmek için A kavramının dışına çıkmam gerekirse, dayandığım şey ve bileşimi olanaklı kılan nedir? Çünkü burada bunu deney alanında aramakta bir yarar yoktur. Şu önermeyi alalım: Bütün olup bitenlerin bir nedeni vardır. Olup biten bir şeyin kavramında bir varlığı düşünürüm. Bu varlıktan önce bir zaman geçmiştir. Bundan da analitik yargılar çıkabilir. Ama bir neden kavramı olup biten kavramının tümüyle dışındadır ve olup bitenden ayrı olan bir şeyi gösterir; asla bu son tasarımın içinde değildir. Genel olarak olup bitene baktığımda, bundan büsbütün ayrı olan başka bir şeyi demeğe nasıl varıyor ve neden kavramı, olup biten kavramı içinde bulunmadığı halde zorunlu olarak ilişkili olduklarını nasıl biliyorum? Burada, anlığın, A kavramının dışında, bu kavrama yabancı olan, ama yine de ona bağlı diye saydığı o bilinmeyen X nedir? Bu, deney olamaz. Çünkü sözü geçen ilke, yalnızca daha büyük bir genellikle değil, aynı zamanda zorunlulukla tümüyle a priori olarak sadece bu ikinci tasarımı birincisine ekler. İmdi, a priori spekulativ bilgimizin son ereği sentetiktir; yani genişletici ilkelere dayanmaktadır. Çünkü analitik, ilkeler, yalnızca güvenilir ve geniş bir bileşim için, gerçekten yeni bir kazanç edinmeye gerekli olan kavramların açıklığına ulaşmak bakımından çok önemli ve gereklidirler.

— Ömer Naci Soykan


 
Kant yaratılışçı değil, “transendental idealizm” denen bir metafizik öğretiyor, epistemolojik işleyişi de “eleştirel felsefe” (kritisizm) dediği, kısaca rasyonâlizm ile empirisizmin ortaklaşa kullanımı, bunun için de «saf us» ile «pratik us» diyerek düşüncel faâliyeti ikiye bölüyor, buradan analitik ve sentetik yargıları çıkarıp , bunları da kendi aralarında a priori / a posteriori olarak ayırıyor ..



Aslında yaratılıştan ziyade inanç kavramına bakış açısını kastetmiştim , tam ifade edemedim.Kant'a kadar inanç anlayışında rasyonel akım ile duyguları ön plana çıkaran düşünürler arasında büyük bir tezat ve çatışma vardı.Aslında bu gereksiz çatışma dünyadaki adaletsizliğin ve savaşların da temelini oluşturuyor bence.Daha çok bu çatışmayı kullanarak bundan menfaat sağlayanlar var desek daha doğru olur .

Kant'ın bu konuya bakış açısını ben çok takdir ediyorum , inanca bakış açısında kendi görüşünü empoze etmektense , analitik ve kanıta dayalı bakış açısı ile sırf metafizik ve duygusal bakış açısı arasında insanları seçime zorlamıyor.Bir nevi inancı ayrı bir kavram olarak ayırıyor , insanları neye inandığını eleştirip ayrıştırmıyor.

Bu bakış açısı gerçekten de dünyada barışın ortak noktası olabilir ama kapitalizm ile bu görüşün filizlenmesi engelleniyor diye düşünüyorum.

Tabi ifade ediş tarzımda çarpıklıklar olabilir , felsefe okumayalı yıllar oluyor.Ama Kant'ın görüşlerine her zaman değer vermişimdir.

Biraz daha halkın anlayabileceği şekilde öğretilerini anlatmak gerek , zira terimlere aşina olmayan çoğunluk için çok karmaşık gelebilir.
 
Son düzenleme:
Kant'ın Ahlak Felsefesi üzerine ne tartışmalar yaşamıştık üniversitede. Şimdi yıllar sonra tekrar karşıma çıkınca çok duygulandım.

Bir de David Hume var. O tamamen bizim toplumun temsil ettiği ahlak kurallarını savunur.

Hume diyor ki 'mutluluk, haz her şeyden önce gelir. Sen bir şey yaparken fayda görüyorsan, mutlu oluyorsan, sana faydası varsa sıkıntı yok.'

Buna karşılık babamız Kant geliyor ve diyor ki 'hop birader ağır ol. Senin yaptığın eylem sana faydalı olabilir ama diğer insanlara etkisini düşünmek zorundasın.'

Ama şunu da ekliyor 'senin niyetin iyiyse; iyi niyetle yaptıysan sıkıntı yok.'

Kant abimizin bir Aydınlanma Felfesi var ki ülkemizde cinayet çıkarır. Çok konuşulmaz tartışılmaz.
 
Aslında yaratılıştan ziyade inanç kavramına bakış açısını kastetmiştim

(1) Tanrı’yı genelde bütün eşyayla karşılaştırıp, tüm varlıkların en yücesi ve tüm mümkün şeylerin kaynağı olarak düşündüğüm zaman onu ens originarium [ilk varlık], ens summum [en yüce varlık] olarak düşünürüm. Bir ens summum olarak entiis originarii kavramı aşkın felsefeye aittir. Bu aşkın kavram doğrusu aşkın felsefenin temelidir ve kendisine [1] başka herhangi bir şeyden türemeyen ile her şeyin kaynağı olmak niteliklerinin ait olduğu ilk varlığı ens originarium olarak düşündüğüm özel bir teoloji vardır.

(2) Ens originarium’u summa intelligentia [en yüksek akıl] olarak, yani en yüce varlığın en yüksek akli varlık olarak tasavvur edildiği şekilde düşüneceğim. Kim ki Tanrı’yı sadece ens summum olarak düşünürse bu varlığın nasıl oluştuğunu [olduğunu] belirsiz bırakır. Ancak Tanrı summa intelligentia olarak düşünülürse o diri bir varlık, ilim ve hür iradesi sahibi yaşayan bir Tanrı olarak tasavvur edilir. Tanrı bu durumda dünyanın nedeni olarak değil, dünyanın meydana getirilmesinde anlığını uygulamak durumunda olan ve keza hür iradeye sahip olan dünyanın yaratıcısı olarak düşünülür. Bu ilk iki nokta theologia rationalis’in içindedir.

(3) Son olarak, entis originarii’nin summum bonum olarak, en yüksek iyi olarak tasavvuru vardır. Bu Tanrı’nın sadece bilginin en yüksek gücü olarak değil, fakat keza bilginin en yüksek temeli olarak, bütün gayelerin bir sistemi olarak olarak düşünülmesi gerektiğini ifade eder. Ve bu teoloji theologia moralis’tir. Aşkın teolojide Tanrı’yı dünyanın nedeni olarak tasvir ederiz. Doğa teolojisinde onu dünyanın yaratıcısı, hayat sahibi ve herhangi bir zorlama olmaksızın kendi hür seçme kudretiyle dünyaya varlığını bahşeden hür bir varlık olarak tasavvur ederiz. Ve son olarak, ahlak teolojisinde Tanrı’yı dünyanın hükümdarı olarak düşünürüz. Çünkü O, kendisi için daha başka hiçbir gaye koymuş olmaksızın hür seçme gücüyle bir şey yaratmış olabilirdi. Oysa ahlak teolojisinde Tanrı’yı ahlaki yasalarla ilişkili olarak dünyanın yasa-koyucusu olarak düşünüyoruz. (FTG)



Bu bakış açısı gerçekten de dünyada barışın ortak noktası olabilir

/vakit bulunca detaylıca devam edicem , m8
 
(1) Tanrı’yı genelde bütün eşyayla karşılaştırıp, tüm varlıkların en yücesi ve tüm mümkün şeylerin kaynağı olarak düşündüğüm zaman onu ens originarium [ilk varlık], ens summum [en yüce varlık] olarak düşünürüm. Bir ens summum olarak entiis originarii kavramı aşkın felsefeye aittir. Bu aşkın kavram doğrusu aşkın felsefenin temelidir ve kendisine [1] başka herhangi bir şeyden türemeyen ile her şeyin kaynağı olmak niteliklerinin ait olduğu ilk varlığı ens originarium olarak düşündüğüm özel bir teoloji vardır.

(2) Ens originarium’u summa intelligentia [en yüksek akıl] olarak, yani en yüce varlığın en yüksek akli varlık olarak tasavvur edildiği şekilde düşüneceğim. Kim ki Tanrı’yı sadece ens summum olarak düşünürse bu varlığın nasıl oluştuğunu [olduğunu] belirsiz bırakır. Ancak Tanrı summa intelligentia olarak düşünülürse o diri bir varlık, ilim ve hür iradesi sahibi yaşayan bir Tanrı olarak tasavvur edilir. Tanrı bu durumda dünyanın nedeni olarak değil, dünyanın meydana getirilmesinde anlığını uygulamak durumunda olan ve keza hür iradeye sahip olan dünyanın yaratıcısı olarak düşünülür. Bu ilk iki nokta theologia rationalis’in içindedir.

(3) Son olarak, entis originarii’nin summum bonum olarak, en yüksek iyi olarak tasavvuru vardır. Bu Tanrı’nın sadece bilginin en yüksek gücü olarak değil, fakat keza bilginin en yüksek temeli olarak, bütün gayelerin bir sistemi olarak olarak düşünülmesi gerektiğini ifade eder. Ve bu teoloji theologia moralis’tir. Aşkın teolojide Tanrı’yı dünyanın nedeni olarak tasvir ederiz. Doğa teolojisinde onu dünyanın yaratıcısı, hayat sahibi ve herhangi bir zorlama olmaksızın kendi hür seçme kudretiyle dünyaya varlığını bahşeden hür bir varlık olarak tasavvur ederiz. Ve son olarak, ahlak teolojisinde Tanrı’yı dünyanın hükümdarı olarak düşünürüz. Çünkü O, kendisi için daha başka hiçbir gaye koymuş olmaksızın hür seçme gücüyle bir şey yaratmış olabilirdi. Oysa ahlak teolojisinde Tanrı’yı ahlaki yasalarla ilişkili olarak dünyanın yasa-koyucusu olarak düşünüyoruz. (FTG)





/vakit bulunca detaylıca devam edicem , m8
bu paylaşım için teşekkürler , Kant'ı kendi sözleriyle hatırlamak en güzeli.

Benim en çok takdir ettiğim yönü Kant'ın diğer tüm bakış açılarına dışardan bakarak objektif bir biçimde yorum getirerek her düşüncenin kendi içinde neden ve sonuçlarını irdelemesi ve kendisine ait bir düşünce yada fikrin haklılığı üzerinde zorbalık yaratmaması.

Herhalde ünlü filozof ve düşünürler bir odada hararetli tartışmalar ile seslerini yükseltirken o bir köşede kahvesini içip sakince olan biteni gözlemliyor ve yeri geldiğinde herkesin takdirini kazanacak sözlerle dikkatleri üzerine çekiyordu.Hep böyle hayal etmişimdir Kant'ı.
 
Üst Alt