Kültür Üzerine Değiniler | GSCimbom - En İyi Galatasaray Taraftar Portalı ve Forumu

Kültür Üzerine Değiniler


politik bilimci moughis düveghje'den konuyla ilgili alıntıdır..

***

Siyaset sosyolojisi /Gelenekler ve Değişim

Yaptırımlarla değerler; hukukla hak arasındaki çatışmalar genellikle, bir kültürü oluşturan öğelerin evrimleşme farklarıyla düşümdeşirler. Ve bunlar özellikle, geçmişten artakalmış olan çatışmalardır. Normlar, değerler, yaptırımlar, roller ve davranış modelleri, çağlar boyunca, yavaş yavaş geliştirilmişlerdir. Kültür bir bakıma, toplumların gerek bilinçli, gerek bilinçsiz belleğidir. Başlangıçtan beri gerçekleştirilmiş olan dönüşüm ve ilerlemelerin tümünün bir özetini saklar ve kaybolmalarını engeller. Üst seviye hominidlerin insana dönüştükleri günden beri biriken, teknik, düşünsel, ahlaksal ve estetik nitelikteki tüm ilerlemeIer; genetik kalıtta saklanmamış ve dolayısıyla kalıtımla iletilmemiştir bugüne; onlar ancak bir kültür meydana getirerek saklanabilmişlerdir. Kültürler bu kalıtı, şimdi inceleyeceğimiz yollardan iletirler.

Konservatif düşünürler; her insanın topluma yaptığı katkıdan çok daha fazlasını ona borçlu olduğunu belirtmek amacıyla, bu karakter üzerinde uzun boylu durmuşlardır. Charles Maurras; «Topluluğa nice büyük hizmetlerde bulunursa bulunsun, birey ancak kendinden sonra gelenlerce kutlanabilir; yani insan soyuna iyilik etmiş olanlar grubuna alınabilir; ama, zamanın şu içinde yaşadığımız' aşamasında, kendinden önce gelmiş olanlara olan borcunu hiç bir zaman ödeyemez. Diferansiyel hesabını ya da kuduz aşısını da bulmuş olsanız, Claude Bernard, Kopemik ya da Marco Polo da olsanız, ne ilk çifti süren çiftçiye ne de ilk yelkeni şişiren yelkenciye olan borcunuzu ödeyemezsiniz. Ve hele rastgele biri; birey dcnilenlerden biri iseniz; o zaman size, borcunu ödeyecek hiç bir olanağı olmayan kişi gözüyle bakılabilir» demekteydi.

Bununla birlikte kültür aynı zamanda, bu sözü toplum bilimlerinde ilk kez kullanan XVIII. y.y. Alman tarihçilerinin dediği gibi; ilerlemenin de bir ürünüdür. Geleneksel öğeleri; her geçen gün, kültüre eklenen yeni tekniklerin, değerlerin, tasarımların etkisiyle yok olma baskısı altında kalır. Bazen, bu yeni öğeler, eskilere yalnızca eklendiğinden,olay basit bir toplamadan ibaret kalır. Fakat, çoğu zaman, yeni öğeler eskilerin yok edilmesini ya da dönüştürülmesini gerektirir. Dolayısıyla, tüm kültürler sürekli olarak bir evrim geçirirler. Değişen, bu evrimin temposudur.

Etnologların incelediği, ilkel denilen toplumlar çok yavaş evrimleşirler. O kadar ki bize sanki durgunmuş gibi görünürler. Oysa bu sanıya, olayların tarihini saptama olanağı veren yazının bulunmayışı nedeniyle vardığımızdan, bu yavaşlık ve durgunluğun bizim sandığımızdan daha az olması da mümkündür. Tarihsel toplumlarsa kısmen daha hızlı evrimleşmekteler. Onların da değişim hızları 20 y.y.'da büyük bir artış göstermiştir. Daha önceleri, kültürlerin evrimi, olağan dışı dönemler bir yana bırakılırsa, bir insanın yaşantısı boyunca algılanabilecek türden değildi. Küçük bir yönetici seçkin grup düzeyinde ancak, durum bundan farklıydı. Bugün ise aksine, tüm insanlar, önemli kültürel dönüşümleri, gündelik yaşantılarında yaşamaktalar. Bu nedenledir ki, toplumsal değişim, sosyolojinin çok önemli bir bölümü haline gelmiştir. Bu açıdan, hukukun incelenmesi ilginç olur; çünkü evrim mekanizmaları burada, kültürün diğer öğelerinde olduğundan daha gelişmiştir. Başlangıçta, hukukun tek kaynağı töreydi. Ve ilk önceleri; hukuk sözlü olarak; bu sırrı oldukça özenli bir şekilde saklayan bir büyücü, din adamı ve yargıçlar topluluğu içinde yaşatılmaktaydı. Sonradan töreler yazıldı. Romanın XII. Levha kanunu da o döneme aittir. Fakat yavaş yavaş, kanun koyucuların; yasalar ya da derlemeler biçiminde yeni birtakım kurallar koyabileceği esası benimsendi. Bu yetki, ya siyasal otoritelere, ya «bilgelere» ya da doğrudan doğruya yargıçlara (pretorven hukuk) verildi.

Böylelikle, türel işlev; yalnızca varolan hukuku yorumlamakla kalmıyor; yeni normlar geliştirme işlevini de kazanıyordu. Töreler hızla önemlerini yitirirken, yasalar ve yargıç kararları, norm yaratan başlıca kaynaklar haline gelmeye başladılar. Bununla birlikte, yeni yasalar ve karar değişiklikleri oldukça ender olarak yapıldıklarından, uzun süre hukukun özünü, yerleşik yasalarla karar örnekleri (iştihatlar) oluşturdu. Gerçi, normları yenilemekte kullanılabilecek araçlar yok değildi ama, evrimleşme ağır olduğundan, pek sık kullanılmıyordu bunlar. Normların hızla yenilendiği günümüzde ise durum farklıdır. Yeni yasaların sayısı günden güne artmakta; eski kararlar ise çok daha sık olarak gözden geçirilmektelerdir günümüzde.

Bu genel evrimleşme çizgisine, kültürün hemen her alanında rastlanılır; ancak başka alanlarda, yeni norm yaratan ve eskileri yürürlükten kaldıran mekanizmalar, hukuka oranla, daha geri ve daha az resmîdir. Dinsel alanda da genellikle, hukuktakine benzeyen bir yasama ve yargı örgütü vardır. Edebiyat, felsefe ve sanat alanlarında ise, etkileri çok daha dar kalmakla birlikte, akademiler ve benzeri kuruluşlar aynı rol oynamağa çalışırlar. Fakat kendiliğinden ortaya çıkan kitlesel önderlerin —yazar ve sanatçılar— gerek meslekdaşları, gerekse halk üzerindeki etkisi, muhtemelen bunlardan daha yüksektir. Moda alanı için de az çok aynı şey söylenebilir. Örneğin kapitalist sistemlerde, özel firmalar çok önemli bir rol oynarlar; ticarî bir amaçla bir yazarı ya da bir ressamı öne sürebilirler. Modanın evrimine onlar egemendir. Teknik buluşlar alanında ise, yeni yöntemleri bulan bilim adamlarıyla; bunları piyasaya süren sanayiciler elele verirler. Ve halk, yeni bir buluş ya dh bir aracın pratik etkinliğini, yeni bir yazış ya da çiziş tarzından daha kolay değerlendirebileceği için de, halk sanata oranla bu alanda daha etkindir. Ancak, reklamın ve bizlere zorla benimsettiği imgelerin etkisi, giderek ussal bir yargının yerini almaktadır. Bu değişimlerin hiçbiri, birtakım zorluklarla karşılaşmadan gerçekleşemez. Yerleşik otoritelerden herhangi birisinin (yasa koyucu, akademi, konsil, işletme gibi) yeni bir normu kabulettirebilmesi; ancak topluluk üyelerinin bunları kabule rıza göstermesi ile mümkün olabilir. Kuşkusuz yaptırımlar, devlete, yurttaşlarını, pek de hoşlarına gitmeyen bazı yasalara boyun eğdirme olanağını sağlar; yine de direnci kırmak için büyük bir çaba harcanması gerekir,öbür kültürel alanlarda ise, eğer halk yeni normları benimsemez yani onlara eski normlardan daha üstün bir değer atfetmezse, uygulanamaz bunlar. Oysa, eğitim ve alışkanlık nedeniyle köklü bir şekilde benimsenmiş olan yerleşik değerleri gözden düşürmek oldukça zordur. Fakat bu sürecin tersi de gerçekleşebilir, bazen. Gerçekten; ortak duygular ve değerlere yönelen tavırlar, zaman zaman, yasa ve otoritelerin girişimlerinden daha hızlı bir şekilde evrimleşebilir. Öyle ki, halkın büyük bir kısmı yeni değerlere yönelmişken, otoriteler hâlâ geleneksel değerleri tanımakta devam edebilirler. Batıda son zamanlarda, özel ahlakta görülen evrim, buna iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Nitekim kamu oyunun geniş bir kesimi, cinsel özgürlükleri, doğum kontrolünü ve kürtaj hakkını, kanun koyuculardan, dinsel otoritelerden ve toplumsal seçkinlerden çok daha önce benimsemiştir. Ancak burada, spontane göndergelerin etkisi büyük olmuştur. Benzer durumlarda olan da hep budur zaten.

Bir topluluk üyelerinin geleneksel kültür değerlerinden kopabilmeleri için, bu değerlerin artık geçerliklerini yitirdiğinin ve başka birtakım değerlerin onlardan daha üstün olduğunun, bilincini vermek gerekir. Oysa bu, çok karmaşık bir girişimdir. Böyle bir girişimin başını genellikle, spontane önderler dediğimiz, aydın, gazeteci, üniversite üyesi, siyaset adamı, sendika başkanı; kışkırtıcı gibi kimselerin çektikleri düşünülebilir; örgütler, haberleşme araçları ve propaganda yardımıyla, kitlelerle olan temaslarını genişleterek, onları yeni değerlere kazanmayı başarabilirler. Ve bunu genellikle, kamu oyunun giderek eski değerlerden uzaklaşmasına karşın, onları onarmakta devam eden otoritelerin, tüm direncine rağmen gerçekleştirirler.

İşte «hukuk»la «hak» arasındaki çelişkiyi örnek göstererek, sözünü ettiğimiz yatırım-değer çatışması da, kültür bütünlerinin evriminde görülen bu tip uyumsuzluklardan doğar. Bu uyumsuzluğun nedeni ise, ya kamu oyu geleneksel değerlere bağlı kalmakta devam ettiği halde, otoritelerin halka; zorla benimsetmek istedikleri değerlerle bağlantılı yaptırımlar uygulamaları; ya da, kamuoyu, yani değerleri benimsediği halde, kendileri eski değerleri tercih eden otoritelerin, bunları onamaya devam etmesidir. Cezalandırabilme yetkisi ne kadar ileri ve belirginse çatışmaların sayısı ve şiddeti de o kadar artar. Düzenli ve resmi yaptırımların bulunmadığı, ya. da yaptırımların, grubun inandığı değerlere göre grupça ve yaygın olarak uygulandığı alanlarda ise çatışmalar azalır ve hafifler. Yaptırım eğer,geçerliğine inanılan bir değere uymamış olmaktan duyulan pişmanlıktan ibaretse, çatışma, hepten ortadan kalkar.

(sürecek)
 
Son düzenleme:
EKjgc1RXYAUw435
 
Asırlar geçti, birer birer söndü meşaleler. İrfan asaletini kaybetti. Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir isim bulduk; kültür.
 
Üst Alt