Futbol sürekli gelişen bir spor. İçinde taktiksel sistemler, anlayışlar, oyun yapıları, antrenman sistemleri.. Futbolcuların sahip olmaları gereken özellikler de zaman içinde değişime uğruyor kaçınılmaz olarak. Dünyanın en sevilen sporu kabul edilen futbolun 1800’lü yılların sonlarına doğru doğuşundan günümüze kadar geçen sürede en önemli değişimlerin ise taktik tahtalarında olduğunu söylemek çok da yanlış sayılmayacaktır.
Futbola şüphesiz ki etki eden, oyunculuğuyla akıllarda kalan çok önemli birçok futbolcu var; Pele, Maradona, günümüzde Messi ve Ronaldo gibi. Ama modern futbol denilince akla ilk gelen isim Hollandalı efsane Johan Cruyff’dur. O çok farklı özellikleriyle sadece akıllarda kalmadı, futbolun gidişatını değiştirdi, ona yön verdi, teorik ve pratik katkılarıyla futbolu daha çok keyifli hale getirdi. Hem izleyicileri hem de taktik tahtası önündeki futbol adamlarını düşünmeye iten bir dâhiydi.
"Cruyff bir kilise inşa etti ve biz sadece onu boyuyoruz"
Cruyff’un Barcelona’dan öğrencisi ve günümüzde en başarılı teknik adamların başında gelen ve tıpkı hocası gibi taktik ustası kabul edilen Pep Guardiola bile onun önünde saygıyla eğilen bir cümle sarfetmiştir; “Cruyff bir kilise inşa etti ve biz sadece onu boyuyoruz”. Bu söz Cruyff’un futbolda nasıl bir yer ve öneme sahip olduğunu ortaya koyması bakımından çok önemli.
Kendi oynadığını oynattı ve…
Cruyff’un oyun anlayışında tüm takım birlikte hareket eder. Oyun içinde, futbolcular sürekli yer değiştirir. Tüm futbolcular her yerde oynayabilecek bir yetenek ve yetkinliğe sahiptir. Bu nedenle numaraların onun oyun anlayışında çok fazla bir önemi yoktur. Kendisi de yine bu anlayışla oyunu oynardı. Belirli bir mevkide oynamazdı. Bazen onu bir oyun kurucu olarak görebildiğiniz gibi, takım sıkışınca amansız bir golcüye dönüşür, rakip takım sert defans yaptığında da rakip defansın kilidini açan anahtar bir kanat oyuncuya dönüşürdü. Teknik adamlığında da hocası ve aynı zamanda ‘Total Futbol’un yaratıcısı kabul edilen Rinus Michels’in bu felsefesini hep uyguladı. Şimdi hep birlikte ‘Total Futbol’dan çağımızın en ilginç futbol taktikleri varsayılan ‘Tiki-Taka’ ve ‘Gegenpressing’e uzanan futbolun gelişimine hep birlikte göz atalım.
General lakaplı Hollandalı efsane Rinus Michels’in mucidi olduğu bu sistemde teori, top kendi takımında iken sahayı olabildiğince genişletmek ve top rakip takımdayken alanı olabildiğince daraltmaktı. Bu da sahanın her yerinde yoğun pres yapmayı olmazsa olmaz kılıyordu. Topa sahipken 4-3-3 sisteminde sahada yer alsalar da topu kaybettikleri an hiçbir matematiğe bağlı kalmadan, ofsayt taktiğini de kullanarak rakibe ölümcül pres yapıyorlardı. Mesela Cruyff defansta, Neeskens sol kanatta görülebiliyordu. Sistemin en önemli özelliği sahada teknik anlamda çok üstün, birbirini anlayabilen ve son derece zeki oyunculara ihtiyaç duyulmasıydı.
Özellikle 1974 Dünya Kupası’nda bu sistemin maksimum noktasına ulaşıldı. Sistem öyle bir hâl almıştı ki kaybedilen her top sonrası bir anda 6-7 oyuncu bir oyuncunun üzerine koşup, rakip oyuncunun paniklemesine ve uzun top oynayıp ofsayta kalmalarına sebep veriyordu. Günümüzde bu çılgın formatı deneyen hoca ya da kulüp bulunmasa da çağdaş taktiklere ilham olması sebebiyle yazımızda yer almaktadır.
CATENACCIO
1970 öncesi futbol oyun sistemlerine bakarsanız neredeyse hepsinin aşırı ofansif olduğunu görürüsünüz. Biri hariç: ‘Catenaccio’. İnter’e 1960’larda ilk Avrupa kupasını kazandıran Helenio Herrera ile adını duyuran bu sistem günümüzde küçük rötuşlarla halen devam ediyor… Sahadaki 3 stoperin arkasında “Süpürücü” adı verilen bir oyuncu daha kullanılan bu sistemde, adam adama savunma temel prensiptir. Günümüzde oyun stili Catenaccio’ya en çok benzetilen takım Diego Simeone’nin Atletico Madrid’idir. Atletico Madrid’in Diego Simeone önderliğinde takım savunmasını çok iyi yapması, takım disiplininin yüksek olması ve takımın savunmada daima topun arkasında kalması nedeniyle, takımın oyun stili “Simeone’nin Catenaccio’su” olarak da adlandırılmaktadır.
Günümüz Catenaccio’sunun eski versiyonundan belki de en önemli farkı artık “Süpürücü” veya “Sarkık Libero” diye adlandırılan son adamların kullanılmaması… Onların yerine modern futbolda ön libero kullanıyor. Tabii Catenaccio sisteminin devamı olarak görebileceğimiz ve Portekizli teknik adam Jose Mourinho’nun futbol literatürüne ‘Kale önüne otobüs park etmek’ diye kattığı sistem de tıpkı Catenaccio’ya benzer. Tıpkı Total futbol gibi bu sistem de modern futbola adapte olmuş, farklı nüanslarla sahaya yansıtılmıştır.
Peki yakın tarihte Catenaccio benzeri taktiklerle oynayıp başarılı olanlar yok mudur? Elbette birçok örnek vardır. Otto Rehagel’in 2004 yılında Yunanistan’ı Avrupa Şampiyonluğuna taşıması, 2004-2005 sezonunda Trapattoni’nin Portekiz ligini Benfica ile şampiyon tamamlaması, Marcelo Lippi ile 2006 Dünya Kupası’nı İtalya’nın kazanması, 2010 yılında Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Mourinho’nun Inter’inin yarı finalde Barcelona’yı bu taktikle elemesi en önemli örnekler olarak gösterilebilir.
TİKİ-TAKA
Rinus Michels’in öğrencisi olduğu Cruyff, Total futbolun değişik bir versiyonu olarak “Tiki-Taka”yı icat etti. Barcelona ve İspanya Milli Takımının 2008-2012 arası yaşadığı inanılmaz dönemde bir anda çok dikkat çeken bu sistemde temel prensip topa sahip olmaktır.
Çoğunlukla 4-3-3 dizilişinin kullanıldığı Tiki-taka modeli olabildiğince pas yapmaya dayalıdır. Dakikalarca sabırla pas yapan takımda amaç; karşı tarafı topla beraber koşturup yormak ve dalgınlıklarından yararlanıp ara paslarıyla sonuca gitmektir. Topu kaybettiklerinde “6 saniye” kuralını devreye sokan “Tiki-Taka”cılar şok presle 6 saniye içinde topu kapıp tekrar pozisyon üretmeyi hedeflerler. Daha fazla topa sahip olmak demek, daha fazla hücum şansı yaratmak demektir. Bu da rakiplerin kalenize daha az gelmesini sağlar. Barcelona’nın öncülerinden olduğu bu sistem yıllarca beğeniyle takip edildi.
Sistemin günümüzdeki en büyük temsilcisi ise şüphesiz Manchester City’nin teknik direktörü Pep Guardiola’dır.
HALF SPACE (İÇ KORİDOR)
Mucidin çırağı da bir mucit çıktı. Cruyff’ın öğrencisi Pep Guardiola da bir icatta bulundu. Sahayı dikine beş çizgiye ayırdı ve oyun alanına yatay değil dikey bakmayı öğretti. Böylece topa sahip olan takımların en büyük sorunu olan kapalı savunmaların nasıl aşılacağını gösterdi.
İspanyol çalıştırıcı bu sayede futbol literatürüne “Half-space” (iç koridor) diye bir kavram soktu. Bir takım ne kadar derin ve çok adamla savunma yaparsa yapsın, mutlaka bir yerden boşluk vereceğini ve o yerin de kanat ile merkez; bir başka deyişle bek ve stoper arasındaki küçük boşluklar olduğunu gösterdi. Bütün mesele, o küçük boşlukları önce ortaya çıkartabilmek, ardından da sızabilmekti. Cruyff’un dediği gibi, “Kendinize bir boşluk yaratın ve sonra o boşluğa hareketlenin.” Bunun da nasıl yapılacağını Guardiola şöyle açıklıyor: “Pas yapmamızdaki amaç anlamsızca topu hareket ettirmek değil. Biz pas yaparak, rakibi hareket ettirmeyi amaçlıyoruz.”
Kendisiyle özdeşleşen tiki-taka’dan aslında nefret ettiğini söyleyen Guardiola’nın takımları bu yüzden çok fazla sayıda pas yaparlar, ama amaçsızca ya da oyunu öldürmek için değil. O kadar fazla ve hızlı bir şekilde pas yaparlar ki, bir yerden sonra rakibi hipnoz ederler ve rakip topa bakmaya başlar. Tam da o anda rakip alanını kaybeder ve boşluk verir. Ve Guardiola’nın takımında o boşluğu anında fark edecek ve hareketlenecek birileri daima vardır.
Geçmişte “Half-space”in alan tarayıcıları Xavi-Iniesta ikilisiyken, bugün ise City’de Kevin De Bruyne ile David Silva. Cruyff, “İçi para dolu bir çantanın gol attığını hiç görmedim” der, peki ya De Bruyne’ün son birkaç sezondur verdiği o inanılmaz pasları içi para dolu bir çantanın attığını göreniniz oldu mu?
GEGENPRESSING (KARŞI PRES)
Adından da anlayacağınız gibi bu sistemin kilit noktası ‘Pres’tir. Tiki Taka gibi düzen içinde oynamayı şiar edinmiş sistemlere karşı ortaya çıkmıştır.
Gegenpressing, “rakibin en zayıf olduğu an topu kaptığı ilk andır” düsturuyla hareket eder: Topu kazanan takım, topu kazanmak için baskı yaparak düzenini bozmuştur. Gegenpressing, tam da bu noktada, topu yeni kazanmış ve düzensiz takımdan topu olabildiğince çabuk kapmayı ve düzensizlikten faydalanmayı amaçlar.
Bu sistemde uygulayabilmek, topu çabuk kazanmak, rakibin zayıflığından yeterince faydalanabilmek ve topu rakip kaleye çabuk götürmek için; kondisyon kapasitesi yüksek ve süratli oyunculara sahip olmak gerekir. Gegenpressing’in öncülerinden ve uygulayıcılarından olan Jürgen Klopp, sistemi ortaya çıkarırken Pep Guardiola’nın “6 Saniye” kuralından esinlendiğini de dile getirmiştir.
Dortmund’un başında olduğu dönemde Klopp Gegenpressing’i uygularken, zaman zaman topu, rakip kaleye yakın bölgelerde bilerek kaptırıp, rakipten Gegenpressing’le topu kaparak gol fırsatı yaratmaya dahi çalışırdı. Fakat Gegenpressing, topu bilerek kaptırmak demek değildir. Rakip presle topu kazandığında, yüksek şiddette baskı yaparak topu çok kısa süre içinde geri kazanmak/kazanmaya çalışmaktır.
Gegenpressing halen hem Klopp’un Liverpool’u tarafından zaman zaman kullanılmakta, hem de özellikle Bundesliga’da uygulanmaktadır. Gegenpressing’de hücum, rakip topu aldığı anda başlar. Bu yüzden Gegenpressing uygulayıcısı takımlar topu rakipten nerede kazanacaklarını da planlayıp, hücumu buradan kurgularlar.
GEÇİŞ OYUNU
Geçiş hücumunu literatüre sokan Jose Mourinho, uyguladığı taktiği şu cümlelerle açıklıyor; “Bu geçiş periyotları çok kısa sürer, aksiyonu tamamlamak için en fazla üç ya da dört saniyeniz vardır. Eğer yüksek kalitede oyunculara sahipseniz, hepsi aynı anda aynı şeyi düşünürlerse oyunda ve hareketlenmelerde duraksama olmaz. Sonuca ulaşırsınız. Maçlardaki belirleyici anlar, bu anlardır”.
Kontratak futboluna çok benzeyen bu anlayışın en önemli özelliği, kontratak gibi reaktif değil, pro-aktif bir anlayış olmasıdır. Çünkü topsuz oyun, rakibe yapılacak şarjlar ve baskı, top sizde olmasa da rakibin oyun anlayışına direk etki ettiği için, istediğiniz sonucu almanız için gereken şartları size sağlıyor. Mourinho, bu geçişler üzerine yıllardır kafa yoruyor ve Inter’de zirveye taşıdığı bu anlayışı Porto ve Chelsea’de iken de uygulamaktaydı. Şimdi Real Madrid’de elinde dünyanın en iyi açık oyuncularına sahipken bu futbolu oturtmak, onun için pek zor olmasa gerek. Dediğimiz gibi iki farklı oyun sergileyebilen bu anlayış, çok yönlü savunma ve çok yönlü hücum oyuncularına, her şeyden önemlisi yüksek fizik güç ve kondisyona dayalı bir futbol fikri.
Bu tip futbolun en önemli avantajı ise, reaktif oyun ile pro-aktif oyun arasındaki gidiş gelişlerle rakip takıma göre şekil alabilmesidir. Dezavantajları arasında, yüksek oranda fiziksel güce ve kondisyona dayandığı için, sezon içerisinde çok iyi bir rotasyona ve sertlik dozajına sahip olmak gerekliliğidir. Mourinho ise bu konuda dünyanın en iyilerinden birisi olduğu için, fikir babası olduğu bu anlayış, onu en büyük “Winner” ikonlarından birisi haline getirmiştir…
Kaynak : Scoutium
Modern futbolun babası: Johan Cruyff
Futbola şüphesiz ki etki eden, oyunculuğuyla akıllarda kalan çok önemli birçok futbolcu var; Pele, Maradona, günümüzde Messi ve Ronaldo gibi. Ama modern futbol denilince akla ilk gelen isim Hollandalı efsane Johan Cruyff’dur. O çok farklı özellikleriyle sadece akıllarda kalmadı, futbolun gidişatını değiştirdi, ona yön verdi, teorik ve pratik katkılarıyla futbolu daha çok keyifli hale getirdi. Hem izleyicileri hem de taktik tahtası önündeki futbol adamlarını düşünmeye iten bir dâhiydi.
Futbolun Orkestra Şefi
Cruyff’u diğer futbolculardan ve futbol adamlarından ayıran en önemli özellik bir futbol devrimcisi olmasıydı. Futbolu ve daha sonraki yıllarda teknik adamlığını müthiş futbol aklı ve zekasıyla birlikte götürmesiydi. Gerçekten de Cruyff diğer futbolcularda çok sık görülmeyen bir futbol aklı, oyun zekası ve bitiriciliğe sahipti. Futbolda çoğu ilkler onun zamanında yaşandı. Her zaman futbola farklı bir bakış açısı yakalamaya çalışan ve onu bir sanat olarak gören Cruyff gerçekten de bir futbol virtözüydü. Oyunu okuma ve yönlendirme yeteneği, öldürücü pasları, hızı, tekniği ve gol vuruşlarıyla modern futbolun yeryüzündeki en önemli temsilcisiydi. Oyuncuyken bir orkestra şefi gibi takımını yönetirdi.
Cruyff’un Barcelona’dan öğrencisi ve günümüzde en başarılı teknik adamların başında gelen ve tıpkı hocası gibi taktik ustası kabul edilen Pep Guardiola bile onun önünde saygıyla eğilen bir cümle sarfetmiştir; “Cruyff bir kilise inşa etti ve biz sadece onu boyuyoruz”. Bu söz Cruyff’un futbolda nasıl bir yer ve öneme sahip olduğunu ortaya koyması bakımından çok önemli.
Kendi oynadığını oynattı ve…
Cruyff’un oyun anlayışında tüm takım birlikte hareket eder. Oyun içinde, futbolcular sürekli yer değiştirir. Tüm futbolcular her yerde oynayabilecek bir yetenek ve yetkinliğe sahiptir. Bu nedenle numaraların onun oyun anlayışında çok fazla bir önemi yoktur. Kendisi de yine bu anlayışla oyunu oynardı. Belirli bir mevkide oynamazdı. Bazen onu bir oyun kurucu olarak görebildiğiniz gibi, takım sıkışınca amansız bir golcüye dönüşür, rakip takım sert defans yaptığında da rakip defansın kilidini açan anahtar bir kanat oyuncuya dönüşürdü. Teknik adamlığında da hocası ve aynı zamanda ‘Total Futbol’un yaratıcısı kabul edilen Rinus Michels’in bu felsefesini hep uyguladı. Şimdi hep birlikte ‘Total Futbol’dan çağımızın en ilginç futbol taktikleri varsayılan ‘Tiki-Taka’ ve ‘Gegenpressing’e uzanan futbolun gelişimine hep birlikte göz atalım.
MODERN FUTBOLDA KAVRAMLAR
TOTAL FUTBOL
General lakaplı Hollandalı efsane Rinus Michels’in mucidi olduğu bu sistemde teori, top kendi takımında iken sahayı olabildiğince genişletmek ve top rakip takımdayken alanı olabildiğince daraltmaktı. Bu da sahanın her yerinde yoğun pres yapmayı olmazsa olmaz kılıyordu. Topa sahipken 4-3-3 sisteminde sahada yer alsalar da topu kaybettikleri an hiçbir matematiğe bağlı kalmadan, ofsayt taktiğini de kullanarak rakibe ölümcül pres yapıyorlardı. Mesela Cruyff defansta, Neeskens sol kanatta görülebiliyordu. Sistemin en önemli özelliği sahada teknik anlamda çok üstün, birbirini anlayabilen ve son derece zeki oyunculara ihtiyaç duyulmasıydı.
Özellikle 1974 Dünya Kupası’nda bu sistemin maksimum noktasına ulaşıldı. Sistem öyle bir hâl almıştı ki kaybedilen her top sonrası bir anda 6-7 oyuncu bir oyuncunun üzerine koşup, rakip oyuncunun paniklemesine ve uzun top oynayıp ofsayta kalmalarına sebep veriyordu. Günümüzde bu çılgın formatı deneyen hoca ya da kulüp bulunmasa da çağdaş taktiklere ilham olması sebebiyle yazımızda yer almaktadır.
CATENACCIO
1970 öncesi futbol oyun sistemlerine bakarsanız neredeyse hepsinin aşırı ofansif olduğunu görürüsünüz. Biri hariç: ‘Catenaccio’. İnter’e 1960’larda ilk Avrupa kupasını kazandıran Helenio Herrera ile adını duyuran bu sistem günümüzde küçük rötuşlarla halen devam ediyor… Sahadaki 3 stoperin arkasında “Süpürücü” adı verilen bir oyuncu daha kullanılan bu sistemde, adam adama savunma temel prensiptir. Günümüzde oyun stili Catenaccio’ya en çok benzetilen takım Diego Simeone’nin Atletico Madrid’idir. Atletico Madrid’in Diego Simeone önderliğinde takım savunmasını çok iyi yapması, takım disiplininin yüksek olması ve takımın savunmada daima topun arkasında kalması nedeniyle, takımın oyun stili “Simeone’nin Catenaccio’su” olarak da adlandırılmaktadır.
Günümüz Catenaccio’sunun eski versiyonundan belki de en önemli farkı artık “Süpürücü” veya “Sarkık Libero” diye adlandırılan son adamların kullanılmaması… Onların yerine modern futbolda ön libero kullanıyor. Tabii Catenaccio sisteminin devamı olarak görebileceğimiz ve Portekizli teknik adam Jose Mourinho’nun futbol literatürüne ‘Kale önüne otobüs park etmek’ diye kattığı sistem de tıpkı Catenaccio’ya benzer. Tıpkı Total futbol gibi bu sistem de modern futbola adapte olmuş, farklı nüanslarla sahaya yansıtılmıştır.
Peki yakın tarihte Catenaccio benzeri taktiklerle oynayıp başarılı olanlar yok mudur? Elbette birçok örnek vardır. Otto Rehagel’in 2004 yılında Yunanistan’ı Avrupa Şampiyonluğuna taşıması, 2004-2005 sezonunda Trapattoni’nin Portekiz ligini Benfica ile şampiyon tamamlaması, Marcelo Lippi ile 2006 Dünya Kupası’nı İtalya’nın kazanması, 2010 yılında Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Mourinho’nun Inter’inin yarı finalde Barcelona’yı bu taktikle elemesi en önemli örnekler olarak gösterilebilir.
TİKİ-TAKA
Rinus Michels’in öğrencisi olduğu Cruyff, Total futbolun değişik bir versiyonu olarak “Tiki-Taka”yı icat etti. Barcelona ve İspanya Milli Takımının 2008-2012 arası yaşadığı inanılmaz dönemde bir anda çok dikkat çeken bu sistemde temel prensip topa sahip olmaktır.
Çoğunlukla 4-3-3 dizilişinin kullanıldığı Tiki-taka modeli olabildiğince pas yapmaya dayalıdır. Dakikalarca sabırla pas yapan takımda amaç; karşı tarafı topla beraber koşturup yormak ve dalgınlıklarından yararlanıp ara paslarıyla sonuca gitmektir. Topu kaybettiklerinde “6 saniye” kuralını devreye sokan “Tiki-Taka”cılar şok presle 6 saniye içinde topu kapıp tekrar pozisyon üretmeyi hedeflerler. Daha fazla topa sahip olmak demek, daha fazla hücum şansı yaratmak demektir. Bu da rakiplerin kalenize daha az gelmesini sağlar. Barcelona’nın öncülerinden olduğu bu sistem yıllarca beğeniyle takip edildi.
Sistemin günümüzdeki en büyük temsilcisi ise şüphesiz Manchester City’nin teknik direktörü Pep Guardiola’dır.
HALF SPACE (İÇ KORİDOR)
Mucidin çırağı da bir mucit çıktı. Cruyff’ın öğrencisi Pep Guardiola da bir icatta bulundu. Sahayı dikine beş çizgiye ayırdı ve oyun alanına yatay değil dikey bakmayı öğretti. Böylece topa sahip olan takımların en büyük sorunu olan kapalı savunmaların nasıl aşılacağını gösterdi.
İspanyol çalıştırıcı bu sayede futbol literatürüne “Half-space” (iç koridor) diye bir kavram soktu. Bir takım ne kadar derin ve çok adamla savunma yaparsa yapsın, mutlaka bir yerden boşluk vereceğini ve o yerin de kanat ile merkez; bir başka deyişle bek ve stoper arasındaki küçük boşluklar olduğunu gösterdi. Bütün mesele, o küçük boşlukları önce ortaya çıkartabilmek, ardından da sızabilmekti. Cruyff’un dediği gibi, “Kendinize bir boşluk yaratın ve sonra o boşluğa hareketlenin.” Bunun da nasıl yapılacağını Guardiola şöyle açıklıyor: “Pas yapmamızdaki amaç anlamsızca topu hareket ettirmek değil. Biz pas yaparak, rakibi hareket ettirmeyi amaçlıyoruz.”
Kendisiyle özdeşleşen tiki-taka’dan aslında nefret ettiğini söyleyen Guardiola’nın takımları bu yüzden çok fazla sayıda pas yaparlar, ama amaçsızca ya da oyunu öldürmek için değil. O kadar fazla ve hızlı bir şekilde pas yaparlar ki, bir yerden sonra rakibi hipnoz ederler ve rakip topa bakmaya başlar. Tam da o anda rakip alanını kaybeder ve boşluk verir. Ve Guardiola’nın takımında o boşluğu anında fark edecek ve hareketlenecek birileri daima vardır.
Geçmişte “Half-space”in alan tarayıcıları Xavi-Iniesta ikilisiyken, bugün ise City’de Kevin De Bruyne ile David Silva. Cruyff, “İçi para dolu bir çantanın gol attığını hiç görmedim” der, peki ya De Bruyne’ün son birkaç sezondur verdiği o inanılmaz pasları içi para dolu bir çantanın attığını göreniniz oldu mu?
GEGENPRESSING (KARŞI PRES)
Adından da anlayacağınız gibi bu sistemin kilit noktası ‘Pres’tir. Tiki Taka gibi düzen içinde oynamayı şiar edinmiş sistemlere karşı ortaya çıkmıştır.
Gegenpressing, “rakibin en zayıf olduğu an topu kaptığı ilk andır” düsturuyla hareket eder: Topu kazanan takım, topu kazanmak için baskı yaparak düzenini bozmuştur. Gegenpressing, tam da bu noktada, topu yeni kazanmış ve düzensiz takımdan topu olabildiğince çabuk kapmayı ve düzensizlikten faydalanmayı amaçlar.
Bu sistemde uygulayabilmek, topu çabuk kazanmak, rakibin zayıflığından yeterince faydalanabilmek ve topu rakip kaleye çabuk götürmek için; kondisyon kapasitesi yüksek ve süratli oyunculara sahip olmak gerekir. Gegenpressing’in öncülerinden ve uygulayıcılarından olan Jürgen Klopp, sistemi ortaya çıkarırken Pep Guardiola’nın “6 Saniye” kuralından esinlendiğini de dile getirmiştir.
Dortmund’un başında olduğu dönemde Klopp Gegenpressing’i uygularken, zaman zaman topu, rakip kaleye yakın bölgelerde bilerek kaptırıp, rakipten Gegenpressing’le topu kaparak gol fırsatı yaratmaya dahi çalışırdı. Fakat Gegenpressing, topu bilerek kaptırmak demek değildir. Rakip presle topu kazandığında, yüksek şiddette baskı yaparak topu çok kısa süre içinde geri kazanmak/kazanmaya çalışmaktır.
Gegenpressing halen hem Klopp’un Liverpool’u tarafından zaman zaman kullanılmakta, hem de özellikle Bundesliga’da uygulanmaktadır. Gegenpressing’de hücum, rakip topu aldığı anda başlar. Bu yüzden Gegenpressing uygulayıcısı takımlar topu rakipten nerede kazanacaklarını da planlayıp, hücumu buradan kurgularlar.
GEÇİŞ OYUNU
Geçiş hücumunu literatüre sokan Jose Mourinho, uyguladığı taktiği şu cümlelerle açıklıyor; “Bu geçiş periyotları çok kısa sürer, aksiyonu tamamlamak için en fazla üç ya da dört saniyeniz vardır. Eğer yüksek kalitede oyunculara sahipseniz, hepsi aynı anda aynı şeyi düşünürlerse oyunda ve hareketlenmelerde duraksama olmaz. Sonuca ulaşırsınız. Maçlardaki belirleyici anlar, bu anlardır”.
Kontratak futboluna çok benzeyen bu anlayışın en önemli özelliği, kontratak gibi reaktif değil, pro-aktif bir anlayış olmasıdır. Çünkü topsuz oyun, rakibe yapılacak şarjlar ve baskı, top sizde olmasa da rakibin oyun anlayışına direk etki ettiği için, istediğiniz sonucu almanız için gereken şartları size sağlıyor. Mourinho, bu geçişler üzerine yıllardır kafa yoruyor ve Inter’de zirveye taşıdığı bu anlayışı Porto ve Chelsea’de iken de uygulamaktaydı. Şimdi Real Madrid’de elinde dünyanın en iyi açık oyuncularına sahipken bu futbolu oturtmak, onun için pek zor olmasa gerek. Dediğimiz gibi iki farklı oyun sergileyebilen bu anlayış, çok yönlü savunma ve çok yönlü hücum oyuncularına, her şeyden önemlisi yüksek fizik güç ve kondisyona dayalı bir futbol fikri.
Bu tip futbolun en önemli avantajı ise, reaktif oyun ile pro-aktif oyun arasındaki gidiş gelişlerle rakip takıma göre şekil alabilmesidir. Dezavantajları arasında, yüksek oranda fiziksel güce ve kondisyona dayandığı için, sezon içerisinde çok iyi bir rotasyona ve sertlik dozajına sahip olmak gerekliliğidir. Mourinho ise bu konuda dünyanın en iyilerinden birisi olduğu için, fikir babası olduğu bu anlayış, onu en büyük “Winner” ikonlarından birisi haline getirmiştir…
Kaynak : Scoutium