Sanat Tarihimize Damga Vuran İsim: Faruk Nafiz Çamlıbel | GSCimbom - En İyi Galatasaray Taraftar Portalı ve Forumu

Sanat Tarihimize Damga Vuran İsim: Faruk Nafiz Çamlıbel


3429_faruk-nafiz-camlibel-kopya.jpg


Yaşamı


Faruk Nafiz Çamlıbel, İstanbul’da 18 Mayıs 1898’de doğmuştur. Annesi tüccar Necati Bey’in kızı Fatma Ruhiye Hanım, babası Orman Bakanlığı memurlarından Süleyman Nazif Bey’dir. İlköğrenimini Bakırköy Rüştiyesi’nde, ortaöğrenimini Hadika-i Meşveret İdadisi’nde sürdürmüştür. Üniversite eğitimi için önce tıp fakültesine giren şair, bu okulun karakterine uygun olmadığını görünce dördüncü sınıfta bu okuldan ayrılmıştır. İleri gazetesinin yazı işlerinde görev üstlenen Çamlıbel, Anadolu’yu gezmiştir. Kurtuluş Savaşı sona erince de, 1922 yılında Ankara’ya geçmiştir. 1922-1924 yıllarında Kayseri Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Daha sonra Şark Vilayetleri Tetkik Cemiyeti üyesi olması sebebiyle Sivas, Erzurum, Erzincan, Gümüşhane ve Trabzon’u dolaşmıştır.

1922-1946 yılları arasında Ankara Muallim Mektebi, Ankara Kız Lisesi, İstanbul Kabataş Lisesi ve Amerikan Kız Koleji’nde edebiyat öğretmenliği görevini üstlenmiştir. Şiire tıp fakültesi öğrencisiyken ilgi göstermeye başlamıştır. İlk yazılarını Peyam-ı Edebi, Edebiyat-ı Umumiye, Yeni Mecmua, Şair, Ümit, Büyük Mecmua, Nedim, Edebi Mecmua, Yarın ve Temaşa dergilerinde yayımlamıştır. Ustalık dönemi şiir ve yazıları ise, Anadolu, Yavuz, Türk Yurdu, Güneş, Hayat, Meşale, Anayurt, Muhit, Yedigün dergilerinde okuyucuyla buluşmuştur. Son şiirleri Kubbe Altı Akademi Mecmuası’nda “İsimsiz Kıtalar” adıyla yayımlanmıştır. Karikatür ve Akbaba dergilerinde Çamdeviren, Akıllı Ozan, Kalender, Deli Ozan takma adlarıyla mizahi şiirler kaleme almıştır.

1946 yılında siyasete atılmış, aynı sene İstanbul milletvekili seçilmiştir. Bu görevini 27 Mayıs ihtilaline kadar sürdürmüştür. Ömrünün son senelerini Arnavutköy’deki evinde geçirmiştir. 8 Kasım 1973 tarihinde, Akdeniz’de bir gezideyken Samsun gemisinde kalp yetmezliğinden vefat etmiştir.

Sanatı

1913-1918 seneleri arasında kaleme aldığı şiirlerinde genellikle aşk temasına değinmiştir. Bireysel duyguların aruz ölçüsü ve süslü bir dille anlatıldığı bu dönem şiirlerinde Servet-i Fünun etkileri göze çarpmaktadır.

Faruk Nafiz, “Şarkın Sultanları” adlı eseriyle sanatında önemli bir ilerleme kaydetmiştir. 1919 senesinde “Dinle Neyden” ve “Gönülden Gönüle” adlı kitaplarını yayımlamıştır. Yazdığı aşk şiirlerinde aruzu büyük bir ustalıkla kullanmıştır. Bu da, onu Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Mehmet Akif ve Yahya Kemal ile birlikte aruzun son temsilcilerinden biri yapmıştır. Onun şiiri, özellikle bu özelliği sayesinde Yahya Kemal tarafından beğenilmiş ve

“Bir lübbüdür cihanda elezz-i lezâizin,
Her mısra-ı güzidesi Faruk Nafiz’in”

dizeleriyle, iltifat alarak övgüye layık görülmüştür. Faruk Nafiz, bu devir şiirinde Servet-i Fünun tesirinden kurtulmuş ve Yahya Kemal’den etkilenmeye başlamıştır. Ancak, aşk en önemli tema olma özelliğini kaybetmemiştir.

1922 yılından itibaren bireysel temalardan uzaklaşıp topluma yönelmiştir. Bu sıralarda ülkede Kurtuluş Savaşı kazanılmış, ülke düşman işgalinden kurtarılmıştır. Anadolu, doğal güzellikleri ve sıcak, misafirperver insanlarıyla kaleme alınmamış bir destan gibidir. Bunun farkına varan sanatçı, 1919-1922 yılları arasında aruzun yanında hece ölçüsüne de eserlerinde yer vermeye başlamıştır. 1922 yılından sonra tamamen heceye geçiş yapmış ve kendisini meşhur eden şiirlerini bu ölçüyle kaleme almıştır.

Çamlıbel, Yahya Kemal’in tesirinde çok kalmakla beraber, hiçbir zaman sanatta mükemmeliyetçilik gütmemiştir. Faruk Nafiz, şiirlerini ustası gibi yıllarca olgunlaşsın diye bekletmemiş, sıcak sıcak yayımlamıştır ve dönemin heyecanını körüklemiştir. Bağımsızlık mücadelesinden sonra, zafer sarhoşluğu ile Anadolu toprakları, insanı, tarihi ve yaşamı ile yeniden keşfedilirken, sanatçı da Anadolu’dan yankı uyandıranlar arasında yerini bulmuştur.

Nafiz, 19 Mayıs 1919’da başlayan Milli Mücadeleyi büyük bir heyecan ve coşkuyla karşılamış ve duygularını anlatmak için de “At” şiirini yazmıştır

Cumhuriyetin ilan edilmesi, Çamlıbel’in sanat anlayışının değişmeye başlamasına neden olmuştur. Aslında bu değişimin başlangıcı daha eskilere uzanmaktadır. 1922 yılında Kayseri Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapmaya başlaması bu değişimin temelini oluşturmaktadır. Aynı sene İleri gazetesindeki görevinden dolayı Ankara’ya gitmesi ve bu yolculukları sırasında Anadolu’yu gezme imkânı bulması, ona daha önce hiç bilmediği Anadolu coğrafyasını ve insanını yakından tanıma olanağını vermiştir.

Nafiz’in duygu ve düşünce yapısının şekillenmesinde büyük rol oynayan Anadolu yaşayışı, “Han Duvarları” şiirinde can bulmuştur. Çamlıbel, bu şiirini öğretmenliği sürdürmek için Kayseri’den Ankara’ya giderken gördüklerinden esinlenerek kaleme almıştır. Han Duvarları şiirinden önce aruz ölçüsüyle yazdığı aşk şiirleriyle şöhret yapan şair, Han Duvarları şiirinden sonra, hece ölçüsüyle yazdığı “Han Duvarları” şairi olarak tanınmıştır. Bu şiir yalnızca Faruk Nafiz’in sanatının dönüm noktası olmamış, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde de yeni bir çığır açmıştır. Çünkü bu şiirde ilk defa Anadolu coğrafyası ve insanı, romantik duygulardan uzak, tüm gerçekliğiyle anlatılmıştır.

Dil konusunda Genç Kalemler dergisinin izinde yürüyen Nafiz, eserlerinde yalın ve akıcı bir dil kullanmıştır. “Ana Dili” isimli dörtlüğünde, Türkçe sevgisini ve saygısını şöyle belirtmiştir:

“Hangi sözlerle ninem gönlünü açmışsa bana,
Ben o sözlerle gönül vermedeyim sevgilime.
Sözlerim ninni kadar duygulu olmak yaraşır,
Bağlıdır çünkü dilim gönlüme, gönlüm dilime.”

1926 yılında Hayat dergisinden çıkan “Sanat” isimli şiir, memleketçi edebiyatımızın ilk bildirisi olarak kabul görmüştür. Türk edebiyatının o devirde nasıl bir yol izlemesi gerektiğini anlatan bu şiir, sanatçının bireysel konulardan toplumsal konulara geçtiğinin bir kanıtıdır. Şiirde yerli ve ulusal sanat anlayışımız Batı sanat zevkinden üstün görülmüş ve Batı taklitçisi sanatçılar eleştirilmiştir.

1933 yılında Cumhuriyetin ilan edilmesinin 10. yılı olması sebebiyle Behçet Kemal Çağlar ile birlikte yazdığı şiir, Onuncu Yıl Marşı kabul edilmiş ve marş olarak bestelenmiştir. Bu marş, Türklerin bağımsızlık mücadelesini, yeni kurulan Türk devletinin on yılda neler yaptığını ve gelecek hedeflerini anlatmıştır.

Sanatçının olgunluk döneminde yazdığı şiirlerin çoğunluğu kitap haline gelmiştir: Çoban Çeşmesi, Suda Halkalar, Bir Ömür Böyle Geçti, Elimle Seçtiklerim, Akarsu, Akıncı Türküleri. Karikatür ve Akbaba dergilerinden çıkan mizahi şiirlerinin çoğunluğunu “Tatlı Sert” isimli kitabında bir araya getirmiştir.

“Bir Ömür Böyle Geçti”, tüm şiirlerinden seçmeler yaparak yayımladığı kitabıdır. Bir şairin daha otuz beş yaşında böyle bir durumu tercih etmesi, sanatının duraklamaya başladığının ve kendisini geçemediğinin bir delili kabul edilebilir. Nafiz, duraklama döneminde yazdığı şiirlerini “Heyecan ve Sükûn” kitabıyla okuyuculara sunmuştur. Bu şiirler, 1919’lu yıllarda Yahya Kemal’in tesirinde kalarak kaleme aldığı şiirlerine benzemektedir. Genelde aşk konusuna yönelmiş ve daha çok divan edebiyatı öğelerinden faydalanmıştır.

1946 seçimlerinde İstanbul milletvekili olan Faruk Nafiz, bu devirde şiirden uzaklaşmıştır. 1960 yılına kadar devam ettiği milletvekilliği 27 Mayıs’ta bitmiştir. 1961 yılının Eylül ayına kadar hapiste kalmıştır. Hapiste kaldığı süre zarfında duygu ve düşüncelerini “Zindan Duvarları” adlı kitabında anlatmıştır. “Kubbealtı Akademi Mecmuası”nda “İsim Kıtalar” başlığıyla kaleme aldığı şiirler son dönem eserlerini oluşturmuştur. Bu eserlerinde ölüm korkusu ve aşk konularına yer vermiştir.
 
Üst Alt