Tüm Zamanların En İyi Filmi: Esaretin Bedeli - Sayfa 6 | GSCimbom - En İyi Galatasaray Taraftar Portalı ve Forumu

Tüm Zamanların En İyi Filmi: Esaretin Bedeli


Cevap: Tüm Zamanların En İyi Filmi: Esaretin Bedeli



Emir, senin en azından forumdaki (tartışma bölümü öncesi) tartışma üslubundan ötürü yapmayacağını düşündüğüm bazı olumsuzlukları gerçekleştirdiğini düşünüyorum. Bu nedir ? Mesela Avrupa Sineması hakkında yaygınlaşan basmakalıp ve tamamen bilinçsiz fikirlerden başka birşey ifade edememen ve Avrupa Sineması hakkında onu yerden yere vuracak hatta film çekmelerine gerek yok diyebilecek kadar bilgiye sahip olmadan bu yapıya yönelik keskin argümanlar yaratmaya çalışman. Haliyle bu fikre sahipken, Avrupa Sinemasını keskin ve derinlikli şekilde ele alabilecek bir ilginin olduğunu düşünmüyorum. Zaten yazdıkların da bunu ispat eder nitelikte. Avrupa Sinemasını fikri ve belki de teknik olarak prangalı bir şekilde görmen, sinema niteliği tartışırken hala sektörel ve ekonomik veriler vermen ve bunların niteliksel değer olduklarını iddia etmen, Bertolucci filmlerine hepsi aynı demen, sinema niteliğini oyuncu ve yönetmen ünüyle eş tutman gibi tartışmanın esası bakımından oluşan yanlışlar var. Haliyle savunduğunu, bilgin olmadığını düşündüğüm konuları suçlayarak yüceltmen ile ilginç bir hal alıyor. Çünkü gerçekçi fikirlerin oluşturmadığı eleştirilere, tanımsallık dışında herhangi bir eleştiri getirilemiyor.



Ben ABD sinemasına yönelik getirdiğim eleştirileri, %100 tümünü kapsar bir şekilde zaten ifade etmedim. Buna rağmen ABD sinemasını bir tanım içinde ele alabilmek mümkün. Zaten fikri zenginlik esası altında ele alındığında bu tanım daha da ufalır bir hal alacaktır. Sen ABD sinemasını övdüğünde, bu ülkede filmlerin insanlara ulaştırılmasındaki olanakları sayıyorsan, bu ABD sineması dışındaki ülkelerin sinema yapılarını yok sayacak bir neden olamaz. Olsa olsa sektörel bir durumdur, ki öyle.



Savunduğun liberal özgürlük anlayışından başka birşey değil. Türkiye ile ABD'nin sosyokültürel yapısını bir tutup, bu ülkeleri eşleştiremezsin. Bundan dolayı toplumsal mühendisliğinde aşama kaydetmiş ve buna engel olacak durumdaki hamleleri istediği şekilde ters yüz edecek güce sahip bir yapının içinde ve özellikle özgürlüğe mecburen bu kadar damga vurmak zorunda kalan bir ülkede bahsettiklerinin gerçekleşmesi zaten olağandır. Haliyle oluşabilecek tepkilerin kültür farklılıkları ile paralel oluşması, yanlış eşleşmelerdeki davranış farklılıklarını anlatmaya sebep olamaz.



ABD sinemasının yaygınlığının sebebini yaptığı iyi işlere bağlamanı ve Ortadoğu ülkelerinde Hollywood yapımlarına yönelik yorumlarını birlikte yorumlayayım. ABD sineması yaygınlığını yaptığı iyi işler ile kazanmadı. Tıpkı bugün insanlığın iphone ya da türevi elektronik aletlere ihtiyacı olmadığı gibi, Hollywood'da ABD'nin en büyük ekonomilerinden biri olarak içinde bulundukları kapitalist yapı itibariyle yeni pazarlar aramaya koyuldular ve yaygınlık bu şekilde gerçekleşti. Kapitalizmin gerekliliği olan yeni pazar amacı haliyle kapitalizmin ayrılmazı emperyalizmi karşımıza çıkarıyor. Bu bakımdan ABD sinemasının yayılmacılığını kapitalist-emperyalist değerlendirmeler dışında tutabilmenin imkanı yok. Bununla beraber Hollywood'un dünyada sinema gişelerinin %80'ini himayesi altında tuttuğunu unutmamak gerekiyor ve ülke gişelerinde Hollywood'un yoğunluğunu (yıl bazında) Türkiye ve Fransa kırabiliyor zaman zaman. Bu Ortadoğu'yu da kapsayan bir veridir. Ancak Ortadoğu'nun daha ilginç bir yapısı olduğunu belirtmek gerekiyor. ABD emperyalizminin Arap Baharı denilen emperyalist işgallere başlaması ve bunlara hazırlık olarak uzun yıllardır yapı oluşturması buradaki konuyu yakından ilgilendiren bir durumdur. Çünkü Büyük Ortadoğu Projesinin rol modeli olarak dizayn edilen Türkiye, Ortadoğu ülkelerinde cazibe oluşturulacak şekilde manipule ediliyor ve bu ülkelere bu şekilde servis ediliyor. ABD'nin, Türkiye'yi bu projede rol model olarak göstermesinin sebepleri, hali hazırda hükmettiği bir ülke olması ve istediği gibi kullanmasına olanacak sağlayacak hale çok önceden düşürmüş olması (kısa bir zaman diliminden bahsetmiyorum). Bu sebeplerle beraber Türkiye'nin uygulanması düşünülen projeye kültürel bakımdan, bu ülkeler ile yakınlık kurabileceği de büyük bir faktördür. Bu sebepleri bir araya topladığımızda, bugün yok olmamasına rağmen Hollywood'un Ortadoğu'da diğer ülkelere nazaran daha geri planda kalması, zaten ABD'nin çizdiği bir rotadır. Mesela ABD emperyalizmi ile ilişkisi sıkı olan MBC televizyonunu ele alalım. Haber kanallarında emperyalist işgallerin propagandasını ABD lehine gerçekleştiren ve Türkiye rol modelliğini en akıl almaz şekilde yansıtan kanallardan biridir. Bu politikalar etrafında Türkiye dizilerinin o coğrafyada yaygınlık kazanmasında da bu yayın grubu büyük rol üstlenir ve bu diziler ile beraber proje paralel bir şekilde yürütülür. ABD'nin Hollywood'u kullanımındaki amaçlardan biri de budur zaten. Angelina Jolie'nin "elçi" olarak bu işgallerde rol oynaması gibi.



ABD sinemasının toplumsal mühendislik yapmadığını iddia etmenin sebebi sinema ile ilgilenenlerin zeki olduğu kanısıysa, benim bu fikre karşı getirilebilecek bir düşüncem olamaz. :)



Şunu da eklemek gerekir ki, sanatsal nitelik ile sanatsal nicelik aynı şeyler değildir. Sen ABD'nin müzik, sinema sektörlerindeki kapitalistleşmiş yapısından iktisadi veriler aktarırken, ABD'nin sanatsal üstünlüğüne dem vuruyorsun, ki benim sayısal olarak oluşan yoğunluğa karşı getirdiğim bir eleştirim de yok. Bu kurduğun mantık, AKP Türkiye'de %50'ye yakın oy alıyor, hakimiyet ondadır, siyasetin tüm doğrularını AKP yapıyordura çıkıyor. Bu minvalde getirdiğin Avrupa Sineması eleştirilerin ise yine takibinin olmadığını düşündüğümden var olan konular ile ilgili hiçbir gerçek taşımıyor.



Sinemanın niteliksel gereklilikleri ile başlayan tartışmanın sanatsal kültür öğeleri ile paralel yürüyen yapısına yönelik gerçeklikleri ile devam eden hali içinde, eğer sen Muhammed filmi ABD'de yapılır ve yayınlanırı, ABD sinemasının sanatsal niteliğini vurgulamadaki bir hamlesi olarak görüyorsan ve senin sanatal niteliklerin bundan ibaret ise, rica ediyorum cevabında ilk olarak bunu belirt. Çünkü ABD'nin kültürsüzlüğünü öven, sanatsal niteliği yücelten kültür öğelerini ise olmalarına gerek yok şekilde yaftalamaya devam edeceksen bu konuşmanın hiçbir anlamı yok. Çünkü sinemanın sanatsal gerekliliklerini ya da kültürel değerlerini bahsetmek yerine kapitalist iktisadi değerlerden bahsediyorsun, kültüre yöneldiğinde de zaten ilk paragrafta yazdığım olmayan durumları yaratıyorsun. Hükümet eleştirilerinden, dünyanın birçok genel sorununa kadar şiddetli eleştiri getiren ABD dışı yüzlerce yapım var. Bu bile bahsettiğin konulardaki takibinin sınırlı olduğunu gösteren ve savunmaya çalıştığında konuda kendine gerçek olmayan durumlardan ek argüman yarattığının bir göstergesidir. Şunu da eklemek gerekir ki, sadece bu tip yapımların varlığı ile bir yücelik değerlendirmesinin olanaksız olduğunu düşünüyorum.



Ben, Spielberg'e kötü denilemeyeceğinden bahsediyorum, sen Spielberg'ü küçümsüyor musun diyorsun ? Spielberg ile ilgili dünya sinemasına yönelik çizdiğin tablo ise gerçekçi durumda hiçbir anlam ifade edemez. Yaptıklarını, öncü olduğu konuları es geçmemekle ve sinemadaki yapısını tam olarak belirtmenin derinliksiz tartışmalar ile gerçekleşmeyeceğini söyleyerek ekliyorum bunu. Bence kişisel sevginden dolayı övgüdür yazdıkların. Ayrıca Jaws'ın sanatsal niteliği bir ülkenin sanattaki hakimiyetini ya da o alandaki ekonomik yapıyı oluştuğu ülkeye çevirecek olanaklara sahip değildir. Sadece Jaws değil, hiçbir filmin bu tip etkisi olamaz. Zaten Hollywood'un hakimiyeti Jaws'a bağlı bir durum değildir.



Propaganda filmlerini değerlendirmede ya da ABD sinemasını eleştirdiğim kıstasları es geçerek, yaptığımı eleştirileri %100'e adapte etmeye çalışıyorsun. Haliyle içinde propaganda unsurlarının olmadığı filmler ile (ki her filmde olduğuna dair bir iddiam yok), bu savı zayıflatmaya çalışıyorsun. Bu şekilde Hollywood'un toplum mühendisliğindeki rolü alt edilemez. Gerçi hiçbir şekilde alt edilemez. Türkiye sineması da toplum mühendisliğidir fikrine katılıyorum. Film bazında bütünü kapsamadan (diğer örneklerde olduğu gibi), ancak yoğunluğu elde eden yapımlarda zaten bu mevcut olan birşey.



Bütçe konusunda, o tarihlerde yüksek bütçeli yapımların hiç olmadığını ya da birkaç tane olduğunu kanıtlayamazsın. Çünkü böyle bir durum yok. Bahsettiğin Yugoslav filmini araştırdım ama bulamadım. Oyuncudan yola çıkarak tek bir filme ulaşabildim, o da oldukça düşük bütçeli ve saf Yugoslav yapımı bir film değil.



Kültürel meselelere ağırlık vermek, yaratıcılığa ket vuran ya da sanatın niteliğini olumsuz yönde etkilen birşey değildir. Kültür dışında, oluşturulan sinema akımları da(ki Avrupa'da sadece bu akımlara sıkı sıkı bağlı filmler oluşturuluyormuş gibi bir düşüncen var) böyle bir bağlılık ya da dar alan yaratmıyor. Sinemanın belki de en keskin, en radikal doktrinlerindendir Dogma. Bu akıma ait filmler izlendiğinde dahi dar yapının mümkün olmadığı, düşük bütçeler ile fikri zenginliğin ve sanatsal niteliğin yükselebildiğini görebilmek mümkün. Türkiye'de çıkan her diziye ya da romana yönelik eleştiri getirebildiğinden yola çıkarak bu yapımların tamamını hazmettiğini düşünüyorum. Bununla beraber çizdiğin tablonun tavan yaptığı Hollywood'u bunlardan yok sayman ilginç bir nokta. Hollywood'da sürekli aynı yapımların tekrarlanması ve farklılığın oluşmamasına yönelik hiciv yapan filmler bile tekrar durumunda. Ayrıca sanatın ortaya çıkmasının hangi nesnel şartlara bağlı olduğunu unutmamak gerekiyor. Bunun insan yapısındaki oluşumlarını detaylandırmadan, en iyi eserlerini fikri yasakların olduğu ve hatta bedensel özgürlüklerin olmadığı ortamda çıkaran sanatçıların var olduğunu söyleyebiliriz.



Son olarakta Ali Özer'in yazdıklarına değineyim. Tartışmanın ABD Sineması'na yönelik olan kısmı, yoğunluğu olan filmlerin sanatsal niteliklerinin bulunmadığı ve sanatsal nitelikleri ile ön plana çıktıklarında Avrupa Sineması'nın gerisinde kalacaklarına yönelikti. Bundan hareketle Emir'in, ABD Sinemas'nın dünyadaki en iyi filmlere sahip olan bir yapı olduğunu ve diğer ülkelerin film çekmesine dahi gerek olmadığını belirtmesi ile tartışma hız aldı. Dolayısıyla ABD Sineması'nın bütününe yönelik, olumsuz düşünceye hakim olmadığımı zaten belirttim. Teknoloji konusu ise, yine Emir'in sinema yüceliğinde teknolojiyi ön plana çıkarması ya da benim öyle anlamam dolayısıyla başladı. Kısacası eleştirilen teknolojik gelişmeler değil, teknolojinin salt olarak sinemasal yetkinlikte bir faydasının olmayacağıdır. Burada bahsettiğim teknoloji renkli film teknolojisi ya da ses değil elbette. Haliyle sinema teknolojisinin gelişmişliğinin hiçbir ülkenin sinemasal yetkinliğini (ekonomik anlam dışında) belirtmesine olanak sağlamayacağından bahsetmiştim.
 
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Filmi: Esaretin Bedeli



Esaretin Bedeli müthiş bir film tabi ama benim için ilk sırada her daim Saving Pvt. Ryan var.O ilk 15 dakika,çıkarma sahneleri filan belki 20 defa izledim o filmi ama yine olsa yine ağzım açık izlerim heralde.Mükemmel iş.
 
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Filmi: Esaretin Bedeli



Emir, son yaptığımız tartışmada da aynı devamlılık olmuştu. Sen savunduğun savları desteklemek için istediğin dini kaynakları gerçek sayarken, fikrini zayıflatacak dini kaynakları yok sayıyordun. Ben bununla kendine ek argüman yarattığını düşündüğümü söylerken, sen aynı suçlamayı bir sonraki mesajında bana yöneltmeye başlıyordun. Şimdi de aynısı olmuş. Ben yazdıklarının neden tanımsal olmayan bir eleştiriye maruz kalamayacağını yazmışken, sen tanımsal kalmasından ötürü, benim sana yönelttiğim noktaları bana yönlendiriyorsun. Ayrıca yanlış düşünceni kabul edeceğini düşünmüyorum. Gerek tartışma bölümündeki benim düşündüklerim en doğrudur minvalindeki cümlelerin, gerekse burada film çekilmemesine yönelik cümleni iki farklı şekilde savunmaya çalışman bende bu fikri doğuruyor.



İkinci alıntının altında sorduğun cümlenin cevabı, alıntı yaptığın cümlenin altındakilerdir:



Avrupa Sinemasını fikri ve belki de teknik olarak prangalı bir şekilde görmen, sinema niteliği tartışırken hala sektörel ve ekonomik veriler vermen ve bunların niteliksel değer olduklarını iddia etmen, Bertolucci filmlerine hepsi aynı demen, sinema niteliğini oyuncu ve yönetmen ünüyle eş tutman gibi tartışmanın esası bakımından oluşan yanlışlar var. Haliyle savunduğunu, bilgin olmadığını düşündüğüm konuları suçlayarak yüceltmen ile ilginç bir hal alıyor. Çünkü gerçekçi fikirlerin oluşturmadığı eleştirilere, tanımsallık dışında herhangi bir eleştiri getirilemiyor.



Bunları tekrar değerlendirişindeki kıstasları da yeniden değerlendirmek isterim. Konunun amacını sinemanın niteliği oluşturuyorken bu paralelde ilerleyelim. Sürekli teknik yenilik bir nitelik değildir. Herhangi bir yönetmenin filmografisinde her filmin ayrı teknikler ile çekiliyor olması o yönetmeni değerli kılamaz. Zaten sinemanın bu tipte bir yapısı yok. ABD'de çok yüksek rakamalarda sinema ürünü yapılması, o ülkede tür çokluğunu, çekilen film sayısıyla orantılı da bu filmlere ait örnekleri elbette yüksek tutacaktır. Ancak bu sayısal bir değerdir. Sinemanın niteliğini oluşturan öğeler, onun insanlık ve fikri değerler ile yürüdüğü paralellikte ve bunu anlatımındaki sanatsal değerde yer bulur. Kısacı bu farklılık, ABD'nin diğer ülke sinemalarına oranla sektörel gelişmişliğidir. Tür çokluğu ya da film sayısının çok büyük rakamlara çıkması ülkenin sinemasal yetkinliğini belirtemez. Haliyle Dogma'dan verdiğim örneği sürdürmek gerekir. Özellikle teknik olarak en radikal sinema doktrinlerinden biri olduğunu tekrar hatırlatmak lazım. Çünkü bu doktrine uygun çekilmiş filmlerin hiçbirinde bu radikalliğin, sinemanın niteliğine zarar verecek yapıda olmadığını göreceksiniz. Sinemada teknik bakımdan pranga, sinema çekim tekniklerinin uzun seneler önce oldukça katı bir şekilde belirlenmesi ve bugün sinemacıların hala bu kurallara uymak zorunda olmaları ve bu zorundalıktan ötürü fikirlerini gerçekleştirmemeleriyle mümkün olabilir. Buna yönelik örnekler zaten bulunmuyor. Konuya Avrupalı yönetmenlerin, ABD sinema teknolojisinin öncülük ettiği teknolojileri kullanarak film çekme isteklerinde bulunmasını ve ABD'ne oranla bu isteği daha zor gerçekleştirebileceklerini belirterek devam edersek, bu kabul edilebilir birşeydir. Ancak bundan da ABD'de her isteyen film çekebilir anlamı oluşmasın. Bu veri de ABD Sineması'nın sanatsal değil de sektörel bir niteliğidir kanımca.



Fikri pranga iddiasına gelecek olursak. ABD hiçbir zaman, Avrupa Sineması'nın, hatta Avrupa dışında yer alan ülke sinemalarının (burada fikri esaslar çerçevesinde değerlendirilecek filmleri kıstas alıyorum) ulaştığı fikri derinliğe ulaşamamıştır. Bunu ABD'de bu tipte değerlendirilebilecek ya da ABD dışındaki filmlerden fikri olarak daha derinlikli hiçbir film yapamadıklarını söyleyerek belirtmiyorum. Buna genel olarak baktığımızda durum bundan ibarettir. Zaten Terrence Malick'in filmleri konu olduğunda ya da son dönemde yaptığı filmler dolayısıyla Hollywood'dan bahsedildiğinde, "artık Hollywood'da mı entellektüel film çekiyor ?" tartışması döner. Kültürel baskının sanat üzerindeki pranga etkisinden kastın nedir, bilmiyorum. Fikri pranga, düşünselliğin olmadığı ortamlarda yer alır. Bu bakımdan Avrupa Sineması'nda kültürel bir baskı ya da kültürün zorla yönelttiği bir anlayış yoktur. Teknik bakımdan saplanagelmiş bir yapı olmadığını ve fikri olarak farklılığını ve derinliğini ekleyerek belirtebiliriz bunu.



Bertolucci filmlerinin hepsi aynıdır demenden, Bertolucci filmlerinin hepsi aynıdır demek istediğini anlıyorum. Salt olarak teknik ya da ele aldığı konu çerçevesinde bir eleştiri getirmediğin için de bütüne yönelik bir eleştiri cümlesi haline geliyor. İtirazındaki devamlılığı sağlayan kültür ve onu oluşturanların farklılığı üzerinden ilerleyelim. Bir coğrafyaya ait kültürel değerlerin bir filmde ya da on filmde tükenebilecek bir yapısı yoktur. Zaten sosyokültürel değerler, başta ekonomik değişimler sebebiyle olmak üzere sürekli değişime uğrarken, kültürel değerlerin sadece tekrara sebep olabileceğini iddia etmek olanaksızdır. Bertolucci filmleri de içerik olarak birbirinin aynısı değildir. İlk dönem filmlerinden (ki iyi olduklarını düşünmüyorum) başlayıp, diğer yapıtlarını ele aldığımızda farklılık yok diyebilmek mümkün değil. 1900, Konformist ve The Dreamers hangi sebepler ile birbirine benzer tutulabilir ? İlk dönem filmlerini ya da geriye kalanlarını da dahil etsek durum değişmeyecektir. Çok farklı kültürlerin oluşturduğu insanların aynı ülke sınırları içinde yer alıyor olmaları, geleneksel kültürün sanat öğelerinde sınırsız kaynak oluşturması anlamına gelmez. Bertolucci'den ilk bahsettiğin andan ve diğer konulardaki yorumlardan itibaren yazdıklarının asılsızlığını belirtirken, bunlara gerçekmiş gibi yaklaşıp, gerçek olmayan bilgilerin niteliğine yönelik eleştiri getirilemeyeceğini ve yaptığımın bu sebeple tanımsal tartışmadan ileri gidemediğini belirtmiştim ve es geçmemeye çalışarakta yanlış olduğunu düşündüğüm fikirlerini olabildiğince açmaya çalıştım.



Emir, ABD Sineması'nı saf sanatsal, bunun yanında ender olarakta emperyalist propagandalara alet olan bir yapı olarak sunuyorsun. Hollywood'un kuruluşu zaten belirli bir alana yatırım yaparak kar peşinde koşan iki adam tarafından kurulmuştur: DeMille ve Lasky. Hollywood'un kurulması ve DeMille'in tiyatro geçmişinden dolayı da sinemada başarı kazanması, onun kapitalist kimliğini de kullanarak bu alana farklı kapitalist şirketlerin yatırımlarını da sağladı (petrol şirketlerine kadar). Haliyle Hollywood'un kuruluş ve gelişimi DeMille'in yaptıklarının ABD toplumu tarafından ilgi çekmesi ve alanda büyük kar olanaklarının oluşması sonucu hız kazandı. Bununla beraber ABD Sineması'nın ilk yıllarında Griffith'in 2 milyon dolar bütçeyle film çekebilme olanığının bulunduğunu unutmamak gerekiyor. Griffith'in önemi teknik olarak ABD Sineması'na yenilikler kazandırmasının yanında, sinemanın ne gibi etkileri olacağını ve bu etkilerin mutlak suretle kullanılması fikrini doğurmasıdır. Bu konuda kırılma noktasını oluşturan Bir Ulusun Doğuşu'dur. Çünkü en ilgi çeken filmidir ve siyahlara karşı propaganda unsurları filmin başlıca öğeleridir. Bundan sonra İngiltere tarafından kendisine propaganda film yapma isteğinde bulunulmuş ve onu da gerçekleştirmiştir. DeMille'in sineması ise bugün Hollywood yapımlarını tanımlamakla benzer nitelikler taşıyor. Gündelik yaşantı içerisindeki ilişki sorunlarını derinliksiz ele alışı ve kimi cazibe odakları yaratarak (başta cinsellik) filmleri ilgi çekici hale getirebilmektir yaptığı. Filmlerinin tercih edilişindeki yoğunluğun ardından özellikle cinsellikten dolayı oluşan tepkiler, Hollywood'da sansür kurulu oluşmasına kadar gidiyor. Daha sonra yaygınlık kazanan western filmler ve bu filmlerin de yoğun melodram içerikleri ile kaçış sinemasına örnek teşkil etmesi ve Kızıldereli karşıtlığında kullanıla gelmesi, ABD Sineması'nın hangi şartlarda evrimleştiğini gösteren türdendir. Özellikle o dönemlerde, ABD'nin kapitalist ekonomiyi geliştirme hareketlerinden dolayı, özellikle sosyal yaşamda bunu destekleyecek unsurlar meydana getirme çabasını ve sinemanın buna olanaklı olduğunu keşfetmetlerinden sonra, bu yapıyı sürekli kullanmaya çalıştıklarını unutmamak gerekiyor. Tüm bunlardan yola çıkıp Oliver Stone ABD'de sinema yaptığı için, ABD propagancası diyebilmek mümkün değil. O yüzden asıl dinamikleri oluşturan ve dinamikleri ya tam anlamıyla ya da dolaylı yoldan gerçekleştiren yoğunluktur benim eleştirdiğim.



Eğer Milliyetçilik konusunda oluşabilecek tepkiler yüzünden Türkiye'yi yerip, ABD'ni övüyorsan, sosyokültürel farklılıkları değerlendirmeden eleştiriyorsun demektir. Global bilinç meselesi ise yaygınlığı ve yoğunluğu bakımından bahsettiğin etkiyi yapabilecek düzeyde değildir, düzeyde olması da övülecek bir konu değildir. ABD Sineması'nın yaygınlığı hakkındaki iyi işler savın desteklenemeyecek türden. Çünkü (bunu iphone örneğini anlamadığını düşünerekte söylüyorum) ABD sineması kapitalist bir yapıdadır. Bu tüm filmleri kapitalizme hizmet eder demek değildir, ancak yapım firmalarının amacı olabildiğince kardır ve bunu sağlamak kapitalist ekonominin gereklilikleri ile paralel olarak emperyalizmdir. Demek istediğim, ABD'nin borçlandırarak kendi sömürgesi haline getirdiği ülkelere komprador burjuvazi ile araba ihracı yapması ve borçlandırdığı devlete hükmetmesi ile yol yapın, ben burada araba satacağım demesi ile, aynı şekilde himayesi altına aldığı ülkede bir başka ekonomik gücünü yaygınlaştırmaya çalışması arasında hiçbir fark yoktur. Ayrıca benim yaptığım eleştiri Hollywood'un ekonomik güç varlığının, niteliksel yapısına salt olarak faydası olmayacağı yönündedir. Yani olumsuz şekilde eleştirilen Hollywood'un maddi yönü değildir.



Hollywood'un gişelerdeki hakimiyeti üzerine ise alıntılar ile gitmek gerekiyor. İlk olarak şöyle diyorsun:



Buna da katılamayacagım, neredeyse Amerikan sineması izleyen tek ortadogu toplumu Turkiye cunku. Diger ulkelerde internet baglatıları bile kısıtlı yani yabancı materyale ulasmak soyle dusun ilgilenmiyor bile insanlar, sinema salonları bile sinek avlıyor. Ama kendi ulkelerinde ise dedigim gibi, kitlelere hitap eden bir sinema.



Buna karşılık Hollywood'un gişelerdeki %80'lik üstünlüğünü diğer ülkelerde sektör olmamasına bağlıyorsun. Ortadoğu'da dünya içinde yer aldığına göre ve %80'lik veri bu ülkeleri kapsadığına göre yorumlar arasında ilginç bir olgu yaratılmış oluyor. Ayrıca ABD'nin yaygınlığını kazanmasında etken gösterdiğin iyi filmleri ve bu %80'lik üstünlüğü yaratan iyi film-kötü film oranına dikkat etmeni ve ABD'nin genel sinema anlayışında yarattığı yozlaşmanın, Avrupa Sineması'nın nitelik olarak üstünlüğünü bastırdığını, bu sebeple de ortaya çıkan başarılı işlerin, ABD'nin en salak romantik-komedilerinin çeyreği kadar bile o ülkelerde izlenemediğini belirtmek isterim.



Gelelim Fight Club ya da onun gibi muhalif duran filmlere. Yaygınlığı kazanmasına olanak sağlamayan kimi sebeplerden ve tartışmada sinema üzerinde olduğundan kitaba değinmeyeceğim, ama anlatacaklarım zaten kitabıda kapsayan konular (tek olgu dışında). Fight Club'ın ilgi çekiciliğinin merkezinde Tyler Durden karakterinde yaratılan şekilciliğin, sinema izleyicisinde yarattığı özdeşlik ve bu özdeşliğin çekicliği büyük yer kaplar. Hatta Marla'yı da buna ekleyebiliriz. Ele aldığı muhaliflik ya da var olan kapitalist ekonomiye yönelik eleştirileri bu şekilciliğin altında kalan, konunun gelişme bakımından (şizofreni ve kulüp fikirlerinin merkezde olması) farklı anlamlar ifade ettiği bir yapıya sahip film. Kısacası filmin yarattığı yaygınlık ya da beğeni onun toplumsal bilinçliliğine yönelik idraki sağlamasından kaynaklanmıyor (%100 böyle olduğunu iddia etmemekle beraber, filmin ya da kitabın getirdiği eleştirilerin doğruluğuna yönelik bir itiraz getirmiyorum). Tüm bu bahsettiğim olumsuzlukları yok saysak dahi, filme hakim olan Katharsis izleyicideki boşalmayı sağlıyor. Katharsis'in sanat ürünleri üstündeki etkisinin ne amaçlarla kullanıldığı da geniş bir konu. Şunu da hatırlatmak isterim ki, ben getirdiğim eleştirileri Hollywood'un tamamına yönelik yapmıyorum ve muhalif filmler olduğunu ilk mesajlarımdan itibaren belirtiyorum. Sen ise bunu yok sayarak, benim zaten kabullendiğim düşünceyi öne sürerek, Hollywood'un toplum mühendisliğini yapmadığını söylüyorsun.



ABD Sineması, Ortadoğu ve Türkiye'den bahsederken, Hollywood'un varlığını Ortadoğu'ya bağlamadım zaten. Orada Türkiye üzerinden gerçekleştirileni, Hollywood'un uzun yıllar kendisi ya da işbirlikçileri tarafından sürdürülegeldiğini anlatmak istedim.



Toplumsal mühendislik konusundaki zeka kıstasını ise şu cümlelerinden çıkarmıştım:



Ama bilmem kacıncı kere soyluyorum Amerikan sinemasını mainstream'den ibaret sanma cunku cok genis bir yelpazede cok farklı akımlar ve kitleler var, zaten sinemayla yakından ilgilenen nesil kısmen zeki bir nesil. Yani sandıgın turevde bir beyin manipulasyonu yok, konumlardaki insanların bu yonde cabaları olabilir ama bunu somut bir hak ayrımına oturtamazsın, ozgur bir yapı cunku.



ABD Sineması çok farklı türlerde örnekler veriyor ve bunlarla ilgilenen insanlar kısmen zeki. Türlere örnek yapımları yaratanların toplum mühendisliği gibi bir fikri olabilir, ama bunlarla ilgilenenlerin kısmen zeki olmasından dolayı buna mahal vermeyecekleri yapıda olduklarını söylemeye çalıştığını düşünmüştüm. Amacım o değildi diyorsan yanlış anlamışımdır o halde.



Toplum mühendisliğini yanlış anladığını düşünüyorum. Toplum mühendisliği tek tip insan yaratmak değildir, böyle birşeyi kast etmediğimi anlamanı isterdim. Toplum mühendisliği, yürütülmek istenen politikalara olabildiğince uygun, ilgi alanlarına ekstrem durumlar dışında karışmamak şartıyla ve yaşam biçimlerini göz önünde bulundurarak gerçekleştirilen bir hamledir. Dolayısıyla mesela 1000 tane film türü olması ve bu filmlerin apayrı insan profillerine hitap etmesi toplum mühendisliğinib olmayacağı anlamını taşıyamaz.



Hollywood'un neredeyse tüm ekonomisine yönelik bilgiler veriyorsun ve bunların ekonomik sisteme ait olmayan veriler olduğunu iddia ediyorsun. Bununla beraber ABD Sineması'nın kapitalist yapılanmasına ilişkin yanlış düşünceni dile getirmene de yukarıdaki paragraflarda değindiğim için burada değinmeyeceğim.



ABD Sineması'nın belirli ilgil alanlarıyla, çoğu kesime hitap edebildiği doğrudur, ancak bunu hangi şartlarda ve hangi kesimler olduğuyla ele almakta önemlidir. ABD Sineması'nın niteliğine yönelik tartışmada, ABD Sineması'nı birincil göstermen şimdi niceliksel birinciliğe yönelmiş ve eleştirilerinde karşıt fikri bu nicelik etrafında oluşturmaya başlamışsın. Unuttuğunu düşündüğüm bir nokta var ki, ben ABD Sineması'nın niceliksel yönünü hiçbir şekilde reddetmiyorum, mümkün değil bu. ABD Sineması'nın yoğunluğunu oluşturan hiçbir yapım Avrupa Sineması'nın öğelerini tam olarak taşımıyor. Burada fikriyatını oluşturan, sahip olduğun yanlış Avrupa Sineması düşünceleri. Avrupa Sineması'ın ön plana çıkaran özellikler: fikri derinlik yaratabilmesi ve bunları sanatın yücelikleriyle insan zihninde etkili şekilde uyandırabilmesinde yatar. Bunu yaparken ise kar amacını ya da seyircinin filme yönelik oluşabilecek olumsuz düşüncelerini yok etmeye çalışmaz. Film süreleri ile ilgili en büyük sıkıntılar ABD'de ve onun çarpıttığı sinema görüşünün var olduğu ülkelerde meydana gelir. Fikri derinlik olarak ise, gerek toplumsal gerekse felsefi konularda yaratılan derinliği ABD Sineması'nın bu yöndeki en iyi örnekleri bile kolay kolay yakalayamayacak durumdadır.



ABD dışında hükümet eleştirisi yapan film yok diyorsun. Var olduğunu söylüyorum, ki var. Bu sefer ise olabilir ama ABD'de 10.000 tane vardır diyorsun. Sevgili dostum, bu bahsettiğin ile tartışmanın genel esaslarına yönelik üzüntü verici bir fikir belirtiyorsun. Ne sidik yarışı gerçekleştirmek gibi bir amacım var, ne de tartışmada temel rol oynayan niteliklerin sidik yarışlarıyla ispat edilebileceğine yönelik bir inancım var.



Yukarıdaki cumleyi yazıp "ABD dısı 100lerce siyasi yapım var" diyerekten ABD harici sinemayı kendince ovdukten sonra neden bu cumleyi kurma geregi duydun o da bir merak konusu.



Avrupa Sineması'nda o tip film yoktur demen üzerine, sahip olduğun yanlış bilgiyi belirtmek istedim. Rakamsal verilerle üstünlük yaratmaya çalışmak gibi bir amaç gütmediğim gibi, özellikle bu tip filmlere sahip olmanın tek başına bir övgü sebebi olmadığından bahsettim. Belirtmeme rağmen sen hala övgü olduğunda ısrar etmişsin.



Dünya Sineması'nın öncüsü Hollywood olduğundan dolayı Spielberg'ün yaptıklarının dünya sinemasına öncülük ettiğinden bahsedip, sonra tekrar Amerikan Sineması üzerindeki Spielberg'ün Mozart etkisinden bahsediyorsun. Şunu söylemek gerekir ki, Spielberg'ün öncülük ettiği konular umurlarında bile olmayan sinema tarihinin başlıca yönetmenleri vardır. Kaldı ki, senin Spielberg sonrası çizdiğin dünya sinemasının çok öncesinde sinema tarihinin büyük bölümünü oluşturmuş sinemacılar var. Sinemada sığ sulardan kastın, teknolojinin sadece nitelik olarak hiçbirşey katmayacağı durumlara uyarak film çekmek ise, sinemaya bakışındaki tek taraflılık ağır basıyordur. Çünkü sinema (genel bir tanım itibariyle), Spielberg'ün yaptıklarından çok büyük anlamlar taşır halde gerçekleştirilegelmiş örneklere sahiptir. Bu Spielberg yokken de böyleydi, varken de. Buradan yine Spielberg'ün yaptıklarını yadsıdığım anlamını çıkarma. Yaptığın neredeyse tüm sinema tarihini Spielberg'e atfetmek.



Bahsettiğin Yugoslav filminin yapımcılarına bakmanı öneririm. Üçü de Amerikalı film yapımcısı ve haliyle parayı ortaya koyan bu kişiler.



Senin yarattığın "sinemada patlama" düşüncesi, bütün dünyaya hakim olabilecek bir yapı oluşturmanın zorunluluğunun mutlak gereğiymişçesine dillendirilmesinde buluyor kendini. Bunu yapan varsa başarılıdır, yapamayan varsa başarısızdıra çıkıyor düşüncelerin. Bu yaygınlık fikrini, bu yaygınlığı amaç etmemiş sinemacıları örnek göstererek oluşturamazsın. Ayrıca Avrupa Sineması'nda bahsettiğin türlerin yaygınlığı salt olarak avangard sinema ile alakalı bir durum değildir. Zaten filmlerin yaygınlığını kazanmaları ya da kazanmamaları toplumun nesnel gerçeklilikleri ile aynı orantıtadır. Sanat akımlarının (sadece sinema değil) hangi şartlarda ne şekilde türediği, hangi gelişmelerden sonra yerine bir başkasının gelip yaygınlığı onun aldığı bu mesele ile yakından ilintilidir. Kültür kafesi diye birşey yoktur (bahsettiğin durumlarda), ne Avrupa Sineması'na bunu dayatacak bir yapı, ne de kültürün tam anlamıyla sabitliği (olanaksız) vardır.



Türkiye Sineması ile Hollywood'u karşılaştırıp karşılaştırmadığım yönündeki sorun ise aslında oluşmaması gereken bir yerden türemiş. Söylediğin Türkiye'de sürekli aynı yapımların gerçekleştirildiğine yönelikti ve bunun yanında Hollywood'un bu şekilde itham edilebilecek bir yapısı olmadığı, bu yüzden özel olduğuna yönelik bir ifadeydi. Tekrarı çekilen yapımların bolluğunun Hollywood'ta tavan yaptığını belirtip, aslında Türkiye'de var olduğunu söyleyip (haklı tarafları olmakla beraber) eleştirdiğin, Hollywood'da olmadığını iddia ettiğin konunun, Hollywood'da şiddetli bir şekilde boy gösterdiğini belirttim. Bu tekrarlar verdiğin örneklerin aksi şekilde, her yıl çekilen filmlerin %50'sini ya da daha fazlasını kapsayacak şekilde değildir. Halbuki öyle değerlendirmişsin. Konu, gelişme, varılan sonuç bakımından benzer olmakla beraber, ya ABD dışı ülkelerden ihraç ya da aynı filmlerin tekrar çekilmesi gibi icraatların olduğu Hollywood'u, en basitinden Türkiye'de benzer yapımlar yapılıyor diye eleştirirken, yüceltebilmenin olanaksızlığından bahsettim.



En iyi eserlerin fikir yasagı ve mahkumiyet icinde cıktıgını soyledin. Kısmen dogru, ancak oyle bir ortamda cogu zaman eserin cıkacagı varsa da cıkamıyor.



Eserin oluşması ile bu eserin kitlelere ulaştırılmasının aynı zaman diliminde gerçekleştirilme zorunluluğu yoktur. Haliyle bu oluşturulan eserlerin niteliğini ya da yok olmasını sağlayan bir etken değildir.



Sonuç olarak; tartışmanın sonlanması ya da başladığı noktaya daha uygun bir hale gelmesini umarak birkaç şey daha söylemek, hatırlatmak isterim. Hollywood'un ekonomik gücü, yaygınlığı ya da teknolojik gelişmeleri değildir konu. Bunların varlığını kabul etmekle beraber, konunun mantığını içeren sanatsal niteliği sadece bunların sağlayamayacağıdır asıl mesele. Bu yüzden Hollywood'un kabul ettiğim taraflarını ya da tartışmanın asıl konusuna katkısı olmayacak verileri belirtmen niteliklik bakımından birşey getirmiyor. Sinemaya ilgilendiğin belirli bir alan çerçevesinden baktığını düşünüp ve bu alanın Hollywood'da daha yaygın şekilde bulunmasından hareketle, çok genel bir anlam taşıyan sinemayı, sadece bunlar etkisinde kalarak yorumladığını düşünüyorum ve özellikle Avrupa Sineması'nı takip etmemenden kaynaklanan keskin ve bir o kadar da hatalı çıkarımlarının (bunları yukarıda tek tek belirtmeye çalıştım), bu sinema hakkında yanlış tablo çizmene sebep olduğunu görüyorum. Her ne kadar bu yanlışları kabul etmeyeceğini düşünsem de, Avrupa Sineması'nın böylesine basmakalıp fikirlerle eleştirimeyeceğini söylemek isterim.
 
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Filmi: Esaretin Bedeli



Devrim, tartısmanın sonlanmasını ummussun fakat yazdıkların sebebiyle cevap hakkı dogdu bana da, biraz uzun olacak o yuzden haftasonu yazıcam zaman buldugumda, bu sefer bir kac noktayı detaylı olarak acıklayacagımdan zahmedip te okumazsan anlayısla karsılarım, fakat bu argumanları cevapsız bırakarak ta rahat edemeyecegim acıkcası. Ve asla ama ASLA "yanlıslarımı kabul etmem, benim dedigim dogrudur" turevinde bir insan da degilim, bunu simdiye dek anlamıs olmanı umardım, ki oyle bir profil cizdigimi sanmıyorum gercekten.



Bu konuda bir sonraki yazımı da okursan bu balonun artık patlaması muhtemeldir, elimden geldigince dayanaklı acık ve net olarak aktarıcam aklımda ne varsa, cunku yazılarımı okudum gorunuse gore kendimi yeterince iyi izah edememisim bazı konularda kısa kestigim icin, telafi etmek sart. : )
 
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Filmi: Esaretin Bedeli



surda hipsterlik yapmayin kardesim yok hollywood boyle kotu yok hollywood soyle kotu diyerek
 
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Filmi: Esaretin Bedeli



Sinema sinemadır arkadaş. Evrenseldir. Irkı yoktur yani. Amerika sineması milliyetçi, avrupa sineması sınırlı diyemezsin. Britanya'dan çıkan In Bruges gibi bir film, Amerikadan çıkan Annie Hall gibi filmler var. Veya amerikan sineması 100 sene boyunca Jodaiye nader az simin veya rashomon gibi bir yapım çıkaramayacak. Ama coenler gibi yönetmenleri her zaman olacak. Ama yine de genelleme yapacak olursam Amerika sineması biraz daha duygusal (izlenebilitesi olanlar için diyorum) diğer sinemalar biraz daha felsefi oluyor. Sonuç olarak sinemanın milliyeti filmi etkiliyor olabilir ama filmi beğenmemizi asla etkilememeli, önyargı oluşturmamalı.



Tabi şöyle bişey de var koskoca amerika sineması sadece beynin milyarda birlik kısmına veya bel altına hitap eden filmleri bu kadar çoğunlukta çıkarmaya devam ettikçe hakettiği değeri de göremeyecektir.



Şu top 250nin de 180 tanesini izledim en az 80 tanesi esaretin bedelinden güzeldir
 
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Filmi: Esaretin Bedeli



Tamam burayı anladım dogru da, 1. genelleme yapıyorsun Amerikan sineması "AMERIKAN SINEMASI BUDUR" diyebilecegin bir yapı degil ki, daha onceki postlarımda da acıklamaya calıstım bunu gormezden geldin, yine geldin :eek: madem total ele almak istedin bu durumda Amerikan sinemasının populist yonu de vardır, avangard yonu de vardır, propoganda yonu de vardır, daha dolaylı deneysel yonleri de vardır var oglu vardır yani. Yozlasmıs dedigin zaman "amerikada sinema kavramı yozlasmıstır" gibi bir anlam cıkıyor ki bu gerceklerden birsey ifade etmiyor.



Buyuk Amerikan produksyon sirketleri dısında 100'lerce de kucuk yapılar var, her kitleden yonetmenler + ozgun yonetmenler/senaristler var. Tahminimin gore de sandıgının aksine {isin bir diger tarafı} politika direkt etkin degildir sinema ustunde, kısaca sozunu ettigin karakterdeki calısmalar edilgen yapılar degildir. Amerika'da ne tur bir film yaparsan yap halka ulastırman da mumkun istersen Amerikan tarzını yerle bir et filmde, yine filmin bir suru amerikalı begeneni oluyor, begenmeyeni de oluyor.



Simdi Turkiye'de bagımsız olarak {ki bunu (bagımsız oldugunu) kimseye inandıramazsın onyargılar ve genel cahil mentalite yuzunden} turkiye karsıtı turkluk karsıtı bir film yap bakalım 1 gosterime cıkabilecek mi. Cıkamaz. tr'yi bırak Avrupa'da bile cıkamaz, cunku dedigim gibi kafesler, aglar coktan orulu vaziyette.









Ters yonden baktıgın icin yine yanılıyorsun. evet Hollywood cok iyi isler cıkardıgı icin global duzeyde mental etki yaratıyor, ama bu bizatihi dunyayı kontrol etmek icin kurulmus bir yapı degil. Bu Amerikan sinemasının 150 yıl icerisinde geldigi nokta sadece, dogal olarak Amerikan bilincini dunyaya yansıtabiliyor. Bir sanat ve yaratıcılık dalına kapitalizmi egemen kılıyor seklinde bir suclama yoneltmek kadar mantıksız birsey olabilir mi ? O zaman bilmemne bi muzisyenin yarattıgı muzik şunu depresyona soktu diye muzisyene ceza verelim.



Sonucta bugun Amerikan sinemasını olusturan mental niceligin 90%'ı, Kızılderililerin topraklarını gaspeden Avrupalıların ortaya cıkardıgı bir nesilden turedi. Bu varlıgı ortaya cıkaran nesli suclayamazsın hayat gorusleri ve algıları, kultursuzlukleri yuzunden, ki artık min. 200 yıllık oturmus bir yeni-kulturun sahibi bu toplum. Kapitalizmle gelisen ve hayat algıları olusan bir society, ki konu cok kaydı burda sinemaya geri donelim.











Buna da katılamayacagım, neredeyse Amerikan sineması izleyen tek ortadogu toplumu Turkiye cunku. Diger ulkelerde internet baglatıları bile kısıtlı yani yabancı materyale ulasmak soyle dusun ilgilenmiyor bile insanlar, sinema salonları bile sinek avlıyor. Ama kendi ulkelerinde ise dedigim gibi, kitlelere hitap eden bir sinema. Nasıl ozellikle rock muzik dinleyen/seven insan icin hiphop kusma sebebi yada zaman kaybıdır, aynı mantık. Ama bilmem kacıncı kere soyluyorum Amerikan sinemasını mainstream'den ibaret sanma cunku cok genis bir yelpazede cok farklı akımlar ve kitleler var, zaten sinemayla yakından ilgilenen nesil kısmen zeki bir nesil. Yani sandıgın turevde bir beyin manipulasyonu yok, konumlardaki insanların bu yonde cabaları olabilir ama bunu somut bir hak ayrımına oturtamazsın, ozgur bir yapı cunku.







yine mainstream kısmen aptal/koyun senaristlerin/yonetmenlerin kalitesiz ama ters oranda ilgi goren {bir kesim kitle tarafından} filmlerden bahsediyorsun, ozellikle bu paragraftaki son cumlen. burda yine populer kultur ile Amerikan sinemasının dinamiklerini karıstırmaman gerektigi konusunda bir kez daha tavsiyede bulunuyorum. Hakimiyet kurma cabasından nasibini almıs bir toplum konusunda ise, bir onceki paragrafımı tekrar okuyabilirsin bir suclama varsa bunu dogru yere yoneltmek gerekir.







Boyle bir dusunceye sahip olmayı kasten istemedim ki gercek bu. Butun fransız/ispanyol/italyan/turk vs. sineması 3 temel oge uzerinde filmler cekti son 50 yılda. Fransa/İngiltere basta olmak uzere komedi/duygudurum, diger ulkeler katıksız dram. Bunun sebebi toplumların genel mental yapısı, fransız sinemasının kısmen daha ileride olması bir onceki postumda soyledigim gibi daha ideolojik/politik sebeplere dayanıyor. Fakat Amerikan sineması hicte boyle degil, oyuncular bile fransa'da yetistigi gibi yetismiyor fransız tiyatro okullarında okudukların verdigin sınavlar 30 senedir aynı, operalarda verdigin sınavlar 30 senedir aynı. italya ve avusturyada da aynı, 30 sene once tenor tenor olmak icin aynı parcaları soyluyordu bugunde aynısı. bunu bizatihi tenor olan bir yakınımdan biliyorum. Kotu demiyorum elbet avrupa'nın cok mukemmel bir sanat gecmisi var, hatta dunyada sanatı yaratan Avrupadır ama gercek su ki Amerika miras yedi bir ulke ve ilerleyis orada cok daha hızlı sekilleniyor cunku bir sabit ve koklu bir kulture bagımlılıgı yok, tasması genis. Son 50 yılda muzigi bile ingiltere'nin egemenliginden almıs bir ulkeden bahsediyorsun, Amerika'da son 40 yılda bagımlı bagımsız kac kontratlı muzisyen turedi, kac album cıktı biliyormusun ? 10 milyondan fazla! peki avrupa muzigi ne alemde acaba ? Avrupada bir kesim entel takılmakla ugrasırken icraat kıtlıgı yasanıyor, cunku talep yok. Amerikan bunyesi sanat ve show business'a Avrupalıdan daha cok ilgi gosteriyor, bu bir gercek artık inkar edilemez bir gercek. en kaliteli yapımlar ve sanatcılar da yıllardır Amerika'dan cıkıyor artık. Avrupa'dan {ornegin italyadan} cıkacak buyuk sanatcı yine italyan muzik kulturune baglı. Ama Amerika'dan italyan sanatı icra edecek birinin cıkması icin italyan olma zorunlulugu yok. Yada ne biliyim, italyada bir blues'cu hayattan bezebilir, cunku talep yok. Ama bir italyan Amerika'da hayattan bezmez, cunku herseye talep var. Iste kultur, iste kafes.









Acıyorum,



Amerikan sineması ozgurdur, cunku hicbir sekilde yaptırıma tabi tutulmamıstır HICBIRZAMAN. Fransız sineması asla boyle degildi avangard donemine kadar, ki ondan sonra da bir suru sorunlarla bogusmustur. Amerikan sinemasının her dusunceye ve her kitleye kapısı sonuna kadar acıktır, ve her bolgeye hitap eder. Kısaca hitap etmedigi bir kitle yoktur. Avrupa sinemasının ulke ulke ele al, hitap ettigi kitle sayısı bir elin parmaklarını gecmez.



Ayrıca meslea bugun bir musluman cıkıp Muhammed'in filmini istedigi gibi cekebilir Amerika'da, gerekli ogeleri barındırırsa mainstream bile olur bu film. - boyle birsey olmamasının sebebi boyle bir ise cesaret edicek insan olmaması ve talep olmaması. Fakat bir Muhammed filmini cekip yayınlayacagın tek ulke Amerika'dır dunyada. Yani dunyada cogunlugu hristiyan oldugu halde Jesus Christ'ı ti'ye alan film cıkartabilecek baska bir ulke gosterebilir misin ? italya mı ? :eek: Ya da kendi hukumetini yerden yere vuran film yapabilecek baska bir ulke ? gosteremezsin, cunku yok.



Sunu da belirtiyim, Amerikan sineması buyuk 2-3 sirketin kontrolunde gibi gozukur bu sirketin patronları dunyayı yoneten insanlar brainwash vs.vs.. gibi bir dusunceye sahip oldugunu biliyorum. Fakat sana anlatmak istedigim nokta su, amerika'da iyi bir senaristin yada yonetmenin yolu hic bir zaman tıkanmaz, finansı bulduktan sonra istedigi filmi cekebilir ve yayınlanır bu film.

evet konum sahibi insanlar zaman zaman bazı amaclara hizmet ediyolar sinemayı kullanarak, ama bunu "amerikan sineması boyledir" diye ozellestiremezsin, birsuru yolu vardır cunku insanları manipule etmenin, sinema da bu kavramdan nasibini alır tabiki - dogal olarak.







Neden ? Spielberg'u kucumsuyor musun Spielberg olmasa bugun dunya sineması boyle olmayacaktı. Spielberg olmasa bugun Braveheart turevinde filmler cekilemeyekti belki. Spielberg oncudur sinema tarihinde ve modern dunya sinemasına yon veren birincil unsurdur. Zaten sinema tarihi Spielberg oncesi ve sonrası seklinde ikiye ayrılır bunu en buyuk yonetmenler bizatihi kendileri soyluyorlar.



Tahminime gore hayranı oldugun vintage yonetmenler, akımlar vs. seni bu kucumsemeye yoneltti ancak bazı insanların ozel olusunu ve etkisini inkar edemezsin, Hendrix'ten once gitarın telleriyle 2 saniyeden fazla solo mu atılır yeaea seklinde geziyordu millet. Bugunku duruma bak.







Sorun bu zaten, finlandiya yapımı bir film izlediginde finlandiyadan baska birsey bulamıyorsun. Turk yapımı bir film izlediginde "aha turk aklı" demekten baska birsey gelmiyor elinden (kendim icin konusucak olursam sayet). Amerikan yapımı iyi filmlerde boyle bir olay yok, mesela Tom Cruise'un Valkyrie'sini izledin mi ? Hangi Alman filmi Amerikan sivil savasını konu aldı simdiye kadar ? Spaghetti westernleri {ki amerikalı kadro vardı yine yapımcıların dısında} saymazsan hangi İspanyol/italyan filmi Kızılderilileri ve isgalcileri hakkıyla anlattı ? Ama Amerikan sinemasında hemen birisi cıkar karsına. Amerikan sinemasında heryere ve herseye ait cok kaliteli yapımlar bulmak mumkun. Avrupa sinemasına kalsak cahil insanlar olacagız. Dunyaya gok tası carpar mı dusuncesini bile aklına yerlestiren Amerikan sinemasının yaratıcılıgıdır.







Hala yatırım sanıyorsun olayı, yatırımın sebebi arz/talep ve yaratıcılık bunu acıklayamıyorum sana. Amerikalılar uzaylılarla ilgili ilk filmi 1927 yılında cekti. Henuz Avrupa kıtasının genelinde fotografcılıga bile ilgi azken.







Jaws sinema tarihinde milattır. Hollywood'un yuceligini Jaws ile acıklamıyorum ama Jaws'ın bir sinema tutkunu icin ne manaya geldigini - Hollywood gercegi ile acıklamaya ugrasıyorum. O filmin sentezlenisi {1975} sinema acısından cok buyuk bir atılım ve ufuk cizgisidir cunku cekim tekniklerinden tut yaratıcılık/korku/aksiyon/komedi/karaktersel multi-perspektif ile turevinde turunun ilk ornegidir Jaws. Bu film hangi ulkeden cıksaydı zaten o ulke sinemada dunyanın lideri olacaktı belli biseydi bu, ve oldu sonucunda. Devamı da geldi gordugun gibi.







Toplum muhendisligi tanımı -genelleme yaptıgın icin- malesef talihsiz. O acıdan bakarsan Turk sineması da toplum muhendisligi - 1453. Kızılderili karsıtlıgı diyosun mesela 1920'ler icin, 2000'lere geldik, Spielberg'un "Into The West"'ini izledin mi ? :eek: Bahsettigin turde genel bir art niyet olsa boyle bir calısma cıkması mumkun mu ?







Yoktu, ET 1982 yılında 8.5 milyon dolar butceyle cekildi ve Amerika'da zamanın en sıcak filmiydi. 1970'lerde Yul Brynner'in oynadıgı bir Yugoslav filmi 70 milyon dolar butceyle cekildi. Amerika ciddi yatırımları Spielberg sonrasında yapmaya baslamıstır.









Hayır, kulturun sinema uzerindeki etkisine karsı genel bir karsıt-tavrım yok, sadece bu kavramın tabular olusturup ilerlemeye musade etmemesine anlam veremiyorum. Sanat sonucta, amac yaratıcılık degil mi ? Aynı seyleri degisik sekillerde yaratmanın ne manası var ?



Turkiye'de yılda 50 tane dizi cekiliyor, hepsi birbirinin aynısı. 50 tane hikaye yazarı roman yazıyor, hepsi birbirinin aynısı. Neden ? Cunku kafeslenmissin, aklını kullanma yetini kaybetmissin sacma sapan soyut kavramlar altında. Bu yuzden Amerikan sineması genel olarak sanatı ozeldir.









Yine yanıldın, sende bir onyargı oldu :ka23: Amerikan sinemasını efekt programları yuzunden tepeye koydugumu sanmaya devam ediyorsun. Ama bu konuda kendimi anlattım artık.



Emir, senin en azından forumdaki (tartışma bölümü öncesi) tartışma üslubundan ötürü yapmayacağını düşündüğüm bazı olumsuzlukları gerçekleştirdiğini düşünüyorum. Bu nedir ? Mesela Avrupa Sineması hakkında yaygınlaşan basmakalıp ve tamamen bilinçsiz fikirlerden başka birşey ifade edememen ve Avrupa Sineması hakkında onu yerden yere vuracak hatta film çekmelerine gerek yok diyebilecek kadar bilgiye sahip olmadan bu yapıya yönelik keskin argümanlar yaratmaya çalışman. Haliyle bu fikre sahipken, Avrupa Sinemasını keskin ve derinlikli şekilde ele alabilecek bir ilginin olduğunu düşünmüyorum. Zaten yazdıkların da bunu ispat eder nitelikte. Avrupa Sinemasını fikri ve belki de teknik olarak prangalı bir şekilde görmen, sinema niteliği tartışırken hala sektörel ve ekonomik veriler vermen ve bunların niteliksel değer olduklarını iddia etmen, Bertolucci filmlerine hepsi aynı demen, sinema niteliğini oyuncu ve yönetmen ünüyle eş tutman gibi tartışmanın esası bakımından oluşan yanlışlar var. Haliyle savunduğunu, bilgin olmadığını düşündüğüm konuları suçlayarak yüceltmen ile ilginç bir hal alıyor. Çünkü gerçekçi fikirlerin oluşturmadığı eleştirilere, tanımsallık dışında herhangi bir eleştiri getirilemiyor.



Ben ABD sinemasına yönelik getirdiğim eleştirileri, %100 tümünü kapsar bir şekilde zaten ifade etmedim. Buna rağmen ABD sinemasını bir tanım içinde ele alabilmek mümkün. Zaten fikri zenginlik esası altında ele alındığında bu tanım daha da ufalır bir hal alacaktır. Sen ABD sinemasını övdüğünde, bu ülkede filmlerin insanlara ulaştırılmasındaki olanakları sayıyorsan, bu ABD sineması dışındaki ülkelerin sinema yapılarını yok sayacak bir neden olamaz. Olsa olsa sektörel bir durumdur, ki öyle.



Savunduğun liberal özgürlük anlayışından başka birşey değil. Türkiye ile ABD'nin sosyokültürel yapısını bir tutup, bu ülkeleri eşleştiremezsin. Bundan dolayı toplumsal mühendisliğinde aşama kaydetmiş ve buna engel olacak durumdaki hamleleri istediği şekilde ters yüz edecek güce sahip bir yapının içinde ve özellikle özgürlüğe mecburen bu kadar damga vurmak zorunda kalan bir ülkede bahsettiklerinin gerçekleşmesi zaten olağandır. Haliyle oluşabilecek tepkilerin kültür farklılıkları ile paralel oluşması, yanlış eşleşmelerdeki davranış farklılıklarını anlatmaya sebep olamaz.



ABD sinemasının yaygınlığının sebebini yaptığı iyi işlere bağlamanı ve Ortadoğu ülkelerinde Hollywood yapımlarına yönelik yorumlarını birlikte yorumlayayım. ABD sineması yaygınlığını yaptığı iyi işler ile kazanmadı. Tıpkı bugün insanlığın iphone ya da türevi elektronik aletlere ihtiyacı olmadığı gibi, Hollywood'da ABD'nin en büyük ekonomilerinden biri olarak içinde bulundukları kapitalist yapı itibariyle yeni pazarlar aramaya koyuldular ve yaygınlık bu şekilde gerçekleşti. Kapitalizmin gerekliliği olan yeni pazar amacı haliyle kapitalizmin ayrılmazı emperyalizmi karşımıza çıkarıyor. Bu bakımdan ABD sinemasının yayılmacılığını kapitalist-emperyalist değerlendirmeler dışında tutabilmenin imkanı yok. Bununla beraber Hollywood'un dünyada sinema gişelerinin %80'ini himayesi altında tuttuğunu unutmamak gerekiyor ve ülke gişelerinde Hollywood'un yoğunluğunu (yıl bazında) Türkiye ve Fransa kırabiliyor zaman zaman. Bu Ortadoğu'yu da kapsayan bir veridir. Ancak Ortadoğu'nun daha ilginç bir yapısı olduğunu belirtmek gerekiyor. ABD emperyalizminin Arap Baharı denilen emperyalist işgallere başlaması ve bunlara hazırlık olarak uzun yıllardır yapı oluşturması buradaki konuyu yakından ilgilendiren bir durumdur. Çünkü Büyük Ortadoğu Projesinin rol modeli olarak dizayn edilen Türkiye, Ortadoğu ülkelerinde cazibe oluşturulacak şekilde manipule ediliyor ve bu ülkelere bu şekilde servis ediliyor. ABD'nin, Türkiye'yi bu projede rol model olarak göstermesinin sebepleri, hali hazırda hükmettiği bir ülke olması ve istediği gibi kullanmasına olanacak sağlayacak hale çok önceden düşürmüş olması (kısa bir zaman diliminden bahsetmiyorum). Bu sebeplerle beraber Türkiye'nin uygulanması düşünülen projeye kültürel bakımdan, bu ülkeler ile yakınlık kurabileceği de büyük bir faktördür. Bu sebepleri bir araya topladığımızda, bugün yok olmamasına rağmen Hollywood'un Ortadoğu'da diğer ülkelere nazaran daha geri planda kalması, zaten ABD'nin çizdiği bir rotadır. Mesela ABD emperyalizmi ile ilişkisi sıkı olan MBC televizyonunu ele alalım. Haber kanallarında emperyalist işgallerin propagandasını ABD lehine gerçekleştiren ve Türkiye rol modelliğini en akıl almaz şekilde yansıtan kanallardan biridir. Bu politikalar etrafında Türkiye dizilerinin o coğrafyada yaygınlık kazanmasında da bu yayın grubu büyük rol üstlenir ve bu diziler ile beraber proje paralel bir şekilde yürütülür. ABD'nin Hollywood'u kullanımındaki amaçlardan biri de budur zaten. Angelina Jolie'nin "elçi" olarak bu işgallerde rol oynaması gibi.



ABD sinemasının toplumsal mühendislik yapmadığını iddia etmenin sebebi sinema ile ilgilenenlerin zeki olduğu kanısıysa, benim bu fikre karşı getirilebilecek bir düşüncem olamaz. :)



Şunu da eklemek gerekir ki, sanatsal nitelik ile sanatsal nicelik aynı şeyler değildir. Sen ABD'nin müzik, sinema sektörlerindeki kapitalistleşmiş yapısından iktisadi veriler aktarırken, ABD'nin sanatsal üstünlüğüne dem vuruyorsun, ki benim sayısal olarak oluşan yoğunluğa karşı getirdiğim bir eleştirim de yok. Bu kurduğun mantık, AKP Türkiye'de %50'ye yakın oy alıyor, hakimiyet ondadır, siyasetin tüm doğrularını AKP yapıyordura çıkıyor. Bu minvalde getirdiğin Avrupa Sineması eleştirilerin ise yine takibinin olmadığını düşündüğümden var olan konular ile ilgili hiçbir gerçek taşımıyor.



Sinemanın niteliksel gereklilikleri ile başlayan tartışmanın sanatsal kültür öğeleri ile paralel yürüyen yapısına yönelik gerçeklikleri ile devam eden hali içinde, eğer sen Muhammed filmi ABD'de yapılır ve yayınlanırı, ABD sinemasının sanatsal niteliğini vurgulamadaki bir hamlesi olarak görüyorsan ve senin sanatal niteliklerin bundan ibaret ise, rica ediyorum cevabında ilk olarak bunu belirt. Çünkü ABD'nin kültürsüzlüğünü öven, sanatsal niteliği yücelten kültür öğelerini ise olmalarına gerek yok şekilde yaftalamaya devam edeceksen bu konuşmanın hiçbir anlamı yok. Çünkü sinemanın sanatsal gerekliliklerini ya da kültürel değerlerini bahsetmek yerine kapitalist iktisadi değerlerden bahsediyorsun, kültüre yöneldiğinde de zaten ilk paragrafta yazdığım olmayan durumları yaratıyorsun. Hükümet eleştirilerinden, dünyanın birçok genel sorununa kadar şiddetli eleştiri getiren ABD dışı yüzlerce yapım var. Bu bile bahsettiğin konulardaki takibinin sınırlı olduğunu gösteren ve savunmaya çalıştığında konuda kendine gerçek olmayan durumlardan ek argüman yarattığının bir göstergesidir. Şunu da eklemek gerekir ki, sadece bu tip yapımların varlığı ile bir yücelik değerlendirmesinin olanaksız olduğunu düşünüyorum.



Ben, Spielberg'e kötü denilemeyeceğinden bahsediyorum, sen Spielberg'ü küçümsüyor musun diyorsun ? Spielberg ile ilgili dünya sinemasına yönelik çizdiğin tablo ise gerçekçi durumda hiçbir anlam ifade edemez. Yaptıklarını, öncü olduğu konuları es geçmemekle ve sinemadaki yapısını tam olarak belirtmenin derinliksiz tartışmalar ile gerçekleşmeyeceğini söyleyerek ekliyorum bunu. Bence kişisel sevginden dolayı övgüdür yazdıkların. Ayrıca Jaws'ın sanatsal niteliği bir ülkenin sanattaki hakimiyetini ya da o alandaki ekonomik yapıyı oluştuğu ülkeye çevirecek olanaklara sahip değildir. Sadece Jaws değil, hiçbir filmin bu tip etkisi olamaz. Zaten Hollywood'un hakimiyeti Jaws'a bağlı bir durum değildir.



Propaganda filmlerini değerlendirmede ya da ABD sinemasını eleştirdiğim kıstasları es geçerek, yaptığımı eleştirileri %100'e adapte etmeye çalışıyorsun. Haliyle içinde propaganda unsurlarının olmadığı filmler ile (ki her filmde olduğuna dair bir iddiam yok), bu savı zayıflatmaya çalışıyorsun. Bu şekilde Hollywood'un toplum mühendisliğindeki rolü alt edilemez. Gerçi hiçbir şekilde alt edilemez. Türkiye sineması da toplum mühendisliğidir fikrine katılıyorum. Film bazında bütünü kapsamadan (diğer örneklerde olduğu gibi), ancak yoğunluğu elde eden yapımlarda zaten bu mevcut olan birşey.



Bütçe konusunda, o tarihlerde yüksek bütçeli yapımların hiç olmadığını ya da birkaç tane olduğunu kanıtlayamazsın. Çünkü böyle bir durum yok. Bahsettiğin Yugoslav filmini araştırdım ama bulamadım. Oyuncudan yola çıkarak tek bir filme ulaşabildim, o da oldukça düşük bütçeli ve saf Yugoslav yapımı bir film değil.



Kültürel meselelere ağırlık vermek, yaratıcılığa ket vuran ya da sanatın niteliğini olumsuz yönde etkilen birşey değildir. Kültür dışında, oluşturulan sinema akımları da(ki Avrupa'da sadece bu akımlara sıkı sıkı bağlı filmler oluşturuluyormuş gibi bir düşüncen var) böyle bir bağlılık ya da dar alan yaratmıyor. Sinemanın belki de en keskin, en radikal doktrinlerindendir Dogma. Bu akıma ait filmler izlendiğinde dahi dar yapının mümkün olmadığı, düşük bütçeler ile fikri zenginliğin ve sanatsal niteliğin yükselebildiğini görebilmek mümkün. Türkiye'de çıkan her diziye ya da romana yönelik eleştiri getirebildiğinden yola çıkarak bu yapımların tamamını hazmettiğini düşünüyorum. Bununla beraber çizdiğin tablonun tavan yaptığı Hollywood'u bunlardan yok sayman ilginç bir nokta. Hollywood'da sürekli aynı yapımların tekrarlanması ve farklılığın oluşmamasına yönelik hiciv yapan filmler bile tekrar durumunda. Ayrıca sanatın ortaya çıkmasının hangi nesnel şartlara bağlı olduğunu unutmamak gerekiyor. Bunun insan yapısındaki oluşumlarını detaylandırmadan, en iyi eserlerini fikri yasakların olduğu ve hatta bedensel özgürlüklerin olmadığı ortamda çıkaran sanatçıların var olduğunu söyleyebiliriz.



Son olarakta Ali Özer'in yazdıklarına değineyim. Tartışmanın ABD Sineması'na yönelik olan kısmı, yoğunluğu olan filmlerin sanatsal niteliklerinin bulunmadığı ve sanatsal nitelikleri ile ön plana çıktıklarında Avrupa Sineması'nın gerisinde kalacaklarına yönelikti. Bundan hareketle Emir'in, ABD Sinemas'nın dünyadaki en iyi filmlere sahip olan bir yapı olduğunu ve diğer ülkelerin film çekmesine dahi gerek olmadığını belirtmesi ile tartışma hız aldı. Dolayısıyla ABD Sineması'nın bütününe yönelik, olumsuz düşünceye hakim olmadığımı zaten belirttim. Teknoloji konusu ise, yine Emir'in sinema yüceliğinde teknolojiyi ön plana çıkarması ya da benim öyle anlamam dolayısıyla başladı. Kısacası eleştirilen teknolojik gelişmeler değil, teknolojinin salt olarak sinemasal yetkinlikte bir faydasının olmayacağıdır. Burada bahsettiğim teknoloji renkli film teknolojisi ya da ses değil elbette. Haliyle sinema teknolojisinin gelişmişliğinin hiçbir ülkenin sinemasal yetkinliğini (ekonomik anlam dışında) belirtmesine olanak sağlamayacağından bahsetmiştim.



Devrim oncelikle yazdıgın yazı hicbir sekilde temellere dayandırarak acıklamaya calıstıgım argumanlarıma cevap niteliginde degil, ve vurguladıgım bir cok sabit noktayı esgectigin gibi, genel olarak cogu soylemimi yuvarlayıp bana karsı dikenli bir demogoji yarattın. Gramer olarak kaliteli cumleler kurdugun icin yazı kutle kazanıyor, fakat realite'yi hakkıyla yansıtma acısından talihsiz girdiler olmaktan ote degil.







Niye boyle bir soylemde bulunuyorsun ? Ben sana cerceveyi direkt olarak gosteriyorum, basmakalıp olan nedir ? Fransız sinemasının/ispanyol sinemasının tarihini mi yazayım burada soyledigim herseyi birebir ıspatlamak, felsefi temeller uzerine civiyle cakıp sesini duyurmak icin ? Ne yapıyorsun Devrim ; beni mantıksız ve cahil olmakla sucluyorsun, devamında kanıt sunamadan kisisel ideolojilerini dile getiriyorsun politik nefretin kaynaklı. Gercek bir arguman bulamadıgın icin, ucuz bir sekilde "film cekmelerine gerek yok" diyerek dile getirdigim bir mizah ogesini alıp, allayıp pullayp yuvarlayıp sunum yapıyorsun, yuzume carpıyorsun.



Ben o sozu bilgisiz oldugum icin soylemedim, cunku an itibariyle senin kadar ilgim olmasa da Avrupa sineması hakkında, ozellikle Fransız, İngiliz ve İtalyan sineması hakkında genis caplı bilgim, arsivim ve fikirlerim var. Netice itibariyle kalkan yapmaya calıstıgın o cumlem, Avrupa sinemasıyla Amerikan sineması kıyaslandıgında ortaya cıkan olguyu ifade etmek amacıyla kullandıgım bir mizahtı, sen bunu bana karsı silah olarak kullanmayı tercih ettin. Argumanlarıma cevap veremedigin gibi beni bir guzel suclamayı da ihmal etmedin. :eek:







Evet o niteligi bana gosterebilir misin ? Dayanaklarını goster ki tutarlı bir cevap hakkı dogsun bana da. Boregin uzerine yumurta sarısı suruyorsun, ama icini doldurmuyorsun, bos yufkayı fırına veriyorsun.







Avrupa sinemasının totalde fikri ve teknik acıdan prangasız oldugunu mu iddia ediyorsun ? Ne sebeple ? Sana izahatta bulunmadım mı kulturel baskının sanat uzerindeki etkisi hakkında ? Oraya acıklama getirmeden sırıkla atlama yapmıssın yine. Ayrıca ben sana sektorel ve ekonomik degeler verirken, "iste bak sayılar ortada" gibi bir argumanım da olmadı, yine dolandırdın burada lafı. O sayıları vermemin sebebi acıkca belli bir onceki postumda, dilersen tekrar okuyabilirsin. Kısaca istatistige bakarak futbolcu satın alıyormusum gibi bir anlam cıkıyor buradaki cıkısından, ki benim yazılarım ve anlatmaya calıstıklarım bununla tamamen ters orantılı. Sinema niteligini oyuncu ve yonetmen unuyle es tutmam ise senin hayal urunun, cunku oyle bir algıyı tetikleyecek herhangi bir yazım/cıkısım olmadı, dilersen tekrar, -bu sefer daha dikkatli- okuyabilirsin.



Bertolucci filmlerinin hepsi aynı derken neyi kast ettigimi gayet iyi biliyorsun sayet filmlerinin temel ogeleri hakkında fikrin varsa. Bir onceki postumda yine acıkladım tek bir kulturun, ve o kulturun yarattıgı bireylerin ve fantazilerin 50 ayrı sekilde nasıl sentezlenip yansıtılabilecegini. Ve ilk basta kulaga oyle gelse de ben Bertolucci'yi elestirmiyorum Bertolucci sevdigim bir yonetmendir, benim elestirilerim ulkelerin sinema kulturune yonelik, orada Betrolucci'yi ornekleme ihtiyacı duydum sadece. Sen oyle bir yazıyorsun ki, okuyan Emir Satriani'nin Bertolucci'ye saygısı yok gibi bir anlam cıkaracak. Beni cahil gosterme cabaların sonucsuz kalıyor Devrim, cahil oldugumu bildigim konularda susmayı tercih etmisimdir her zaman. Fikrim olan konuda ise konusabilirim ya da konusmam, ama dinleyen varsa konusurum tabi, niye konusmıyım.



Gercekci fikirlerin olmadıgı elestiriler dedin yine, uzerinden yuvarlayıp gectin, hic bir sekilde bir temele dayandırdıgını goremiyorum anlatmaya calıstıgın olguları, malesef.







ABD sinemasını tek bir tanım icinde ele alırsın, ama artık senin mantıgını bildigimden buna yanasmamak daha verimli olur :ka23:. Hala zenginlik esası gibi gercekten birsey ifade etmeyen soylemler kullanıyorsun, bu konuda sana tavsiyem Amerikan sinemasının nasıl gelistigi hakkında {eger istersen tabi, ilgin varsa} arastırma yap. Sonrasında 1920-1960 Hollywood'unun calkantılı donemini gozden gecir. Tabi diger eyaletleri ve film okullarını da gozden gecir. Sonucunda ABD sinemasının emperyalist gucler tarafından sekillendirilmedigini farkedeceksin. ABD sineması mevcut sıfatlarına kavusunca bir takım insanlar tarafından kullanılmaya baslandı (daha onceki postumda da acıklamaya calıstıgım gibi), fakat bu senin suclamalarının gercek oldugunu {ki suclamanın kutlesinden haberdarsın umarım} yansıtmaz. ABD'deki sanat soyledigin gibi seytan degil, beyin yıkama amaclı kurulmus bir depo da degil. Her sektor gibi sinema sektoru de nasibini almıstır kapitalizmden, bunun icin direkt bir suclama yapamazsın. Cunku gerceklere {sinema tarihine, gelisim surecine} bakınca mantıksız ve dayanksız olur.







Yaptıgım tam olarak bu ama, sadece sosyokulturel yapısını bir tutmadan elestiriyorum, buna hakkım var. Cunku global bir bilinc soz konusu artık ve belirli bir komunikasyon cagındayız. Sinema sektoru, ya da daha genel bir deyisle - sanat, bundan ilk nasibini alması gereken oge, {ve bunu bir ulkede yetisen sanatcı profili, arkasında sanat toplumunun yansıttıklarıyla sıfatlayabilirsin}. Alamıyorsa/alınamıyorsa/aldırılamıyorsa, zaten uzerine binmeye calıstıgım "kulturel kafes" orada demektir. Elestiri getirdigim, ya da daha dogru bir deyimle serzeniste bulundugum nokta tam olarak bu. Herhangi bir anlasılmazlık var mı?



Dolayısıyla yani, Amerikan sinemasının/sanatının -dogal olarak- neden en tepede oldugunu soyledim/belirttim, ve neden boyle bir soylemde bulundugum da belli - fizik kuralları inkar edilemez. Amerikan sanatı daha sanslı olabilir, fakat uzun uzun diye kısanın yanında uzuna kısa diyecek degiliz. Benim yaptıgım realiteyi anlatmak, senin yaptıgın Robin Hood'luk.







Sana yakıstıramadım bu yazdıgını,



sanat, politikadan bagımsızdır cunku sanatın kaynagı sanatcıdır. Amerikan sineması da, yaygınlıgını ortaya cıkardıgı harikulade isler vasıtasıyle kazanmıstır. Sonradan belirli kesimin hedefi haline gelmistir, yani bir uzuv olarak yaratılmamıstır. 1800'lerin orta Amerika'sındaki ozgun fotograf sanatcılıgı hakkında bilgi edin, bugunku sinema ta oraya dayanır.







iPhone, ve sanatı kıyaslayabilme curetinde bulundugun icin tebrik etmekten baska birsey gelmiyor elimden. Hollywood'un kalitesiz mainstream kitlesi ile Amerikan sinemasını total olarak bagdastırdıgın icin de soyleyecek soz bulamadım, cunku bulduklarımı daha once yazmıstım.



Ayriyetten boyle bir sektorde {Amerikan sinemasının niteligine ve niceligine ulasmıs bir sektorde} islerin parasız donecegini dusunuyorsan, realite ile ilgili fikirleri gozden gecirmende de fayda var. Fakat ille bunu bir elestiri mekanizmasına donusturmek istiyorsan kapitalizm karsıtlıgın hasebiyle, senin bilecegin is.







Herhalde bu yuzden Fight-Club bilmem Cin sinemasından degil de Hollywood'dan cıktı, guzel bir beyin yıkama zira.







Hollywood dunya sinema giselerinin 80%'ini himayesi altında tutuyor, cunku o boslugu dolduracak baska bir film sektoru yok dunyada, olamadı :eek:.







Dogru sozler, sadece bu sozlerin Amerikan sinemasının dinamikleriyle alakası yok. Amerikan sineması Amerikan sivil savasının hemen sonrasında nicelik kazanmaya baslamıstır, yani Amerikan hukumetlerinin henuz bir Ortadogu ajandası yokken.







Dogru. Ancak bir yukarıdaki acıklamamın muhattabı yine.







Hayır, Amerikan sinemasının toplumsal muhendislik yapmadıgını iddia etmemin sebebi sinema toplumunun zeki insanlardan olustugu kanısı degil, ve bunu algılamanı gerektirecek bir cumle kurmamıstım. Nasıl istiyorsan oyle anlıyorsun sonunda bana vurabilmek icin :ka23:.



Amerikan sinemasının toplumsal muhendislik yapmadıgını iddia etmemin sebebi, her kitleye bir suru yoldan hitap etmesidir. Bunu inkar mı edeceksin simdi ?







Amerikan sanatının niceliginin ya da temelinin kalitesiz ogelerden olustugundan mı bahsedeceksin simdi de ? Buna cevap vermeye yeltenmem haberin olsun.



Tekrar belirtiyorum, verdigim veriler nicelikle ilgili verilerdir dayanagı niceliktir, nitelik degil. Nicelik hasebiyle ortaya cıkmıs veriler kısaca, inandıgın uzere kapitalist sistematigin yarattıgı olgular degil. Nicelikler sayesinde o nitelik kazanımından sonra kapitalizmin hedefi olmustur Amerikan sineması, anlamadıgın nokta bu. Amerikan sineması, zamanla gelismis bir ogedir, birden var edilmis sentetik bir yaratık degildir.



AKP orneginin ise ne denli mantıksız oldugunu soylememe luzum var mı ? Amerikan sinemasının belirli bir toplumun buyuk cogunluguna {kısmen cahillere} hitap ettini soyluyorsun, oysa soyledigim uzere, Amerikan sineması her kesimden her kitleye her sekilde hitap ediyor, bu yuzden dunyanın birincil sineması - niceliginden oturu. Kısaca Amerikan sineması mevcut konumunu hak etmektedir, yaratımları ve yenilikciligi, onculugu sebebiyle. Buna dayanak olarak ta tum Avrupa sinemasının ogelerini zaten icinde barındırdıgını, ve cok daha fazlasını barındırdıgını soylemek yeter.







Liberal ozgurluk belki ? :ka23: Belki de mental ozgurluk.



Sanatsal niceligi tabiki vurgular boyle bir hadise, dunyanın geri kalanına goz atacak olursan sayet. Ancak benim sanatsal nicelik/nitelik algım tabiki bundan ibaret degil, buradaki olgu Amerikan sineması icin de son derece kucuk bir ayrıntıdır.







Bakalım daha ne kadar lafları diledigin gibi cevirmeye devam edeceksin Devrim.



Amerika'nın kultursuzlugunu ovmedim, belirli bir kulture kokten baglı olmamanın yeni bir toplum icin getirilerini vurguladım. Sanatsal niceligi yucelten kultur ogelerine de asla laf sokmadım, bir onceki postum'da Avrupa sanatının ne kadar muhtesem oldugunu da bizatihi vurguladım, ancak sosyal bazda negatifliklerinden bahsettim.



Ne dedigimi iyi anlamaya calısmıyorsun.







Daha ne kadar izah etmem gerekecek tanrı bilir,



Amerikan politikalarına duydugun nefret gercekleri gormeni engelliyor, ya da bilerek gormek istemiyorsun. Sana kısa bir ornek verip geciyorum burayı izninle : Amerikan toplumunun dinamikleri, Avrupanın kultur ogelerini birebir yasamaya musaittir, aynı zamanda Avrupa kulturunden bagımsızdır - bilmem anlatabildim mi.







Peki Devrim ben cahilim hic birseyden haberim yok. Yanlız ABD dısı yuzlerce politik/ideolojik yapım mı var ? ABD ici 10.000'lerce var, bunu da ek olarak ekliyim. Neyin gercek neyin olmadıgı konusunda dileyen dogru kararı versin.







Yukarıdaki cumleyi yazıp "ABD dısı 100lerce siyasi yapım var" diyerekten ABD harici sinemayı kendince ovdukten sonra neden bu cumleyi kurma geregi duydun o da bir merak konusu.



Soz konusu yapımlar elbet bir yucelik degerlendirmesi degildir, ancak genel sinema mentalitesinin niceliklerini yansıtır. Amerikan sineması da bu konuda sınıfı gecmistir.







Dunya sinemasının oncusu Hollywood olduguna gore, eder. Hollwood Spielberg sayesinde devir atlamıstır, Spielberg olmasa insanlar film cekimi hakkında cok sıg sularda yuzmeye devam edecekti belki. Spielberg bir tur Mozart'tır Amerikan sineması adına. Her dalda onculer her zaman vardır.







Ilk cumle icin tesekkur, yanlız Jaws'tan sonra Amerikan sinemasının gecirdigi degisim {development} evvelindeki 60 yıllık gelisim surecinden hızlıdır, ustune basmak istedigim nokta bu. Sanatsal niteligi konusunda ise, o izleyicinin algısına baglı bir durum. Sana gore olmayabilir bana gore yeryuzunun en muthis filmidir, ki bir yapıyı gozlemlerken yapanı da tanımak, karakterini bilmek gerekiyor az cok, anlam kazanması icin.







Direkt baglı tabiki degildir, bahsettigim Jaws'ın tetikleyici ve ufuk genisletici anlamda oynadıgı roldur Amerikan sinema tarihinde.







Battle Of Neretva







Tabiki degildir, her konuda film yapılabilir. Ancak kultur vizyonu kısıtlamaya basladıgı vakit o toplumun sanatsal acılımını gozden gecirmekte fayda var.







Avrupa sinemasının dinamikleri kultur uzerine kuruldu, avangard donemine kadar cekilen deneysel/ideolojik film sayısı oldukca az. Ancak avangard doneminden sonra da gerekli patlama yasanmadı, cunku bahsettigim gibi kitlelerin talep yelpazesi de kultur kafesi yuzunden zoraki olarak sekteye ugradı.







Sozunu ettigim bakıs acı bu degil. Sanat elbette sanat, elbette yaratıcılık. Fikir zenginliginin belirli bir balonun icinde mahkum olmasını vurgulamaya calıstım ben.



Avrupa sinemasının major kısmına gunes sistemi benzetmesi yapmak dogru olur, Amerikan sineması da galaksidir bu baglamda.







Turk sineması ile Hollywood'u aynı kefeye koymayı amaclamadın umarım, gulunc olur.







Hangi aynı yapımlardan soz ediyorsun ? Spider-man mi ? Hollywood'un, bir kesime hitap eden mainstream tabakasından ibaret olmadıgını acıklamam icin ne kadar yırtınmam gerekiyor Devrim ?



Bir diger yonu, bu cins bir varlıgı {sinema tarihini} zamansız olarak ele alırsın. Amerikan sinema tarihi dunyanın tum ulkelerinin sinema tarihlerinden ustundur. Yani kısaca Superman yine cekildi diye 'Hollywood Superman'den ve gerizekalı kitlesinden ibaret' gibi bir yaklasımda bulunuyorsun.



Yani dedigim gibi, kapitalizme nereden laf sokarsam sokayım cabasındasın anlıyorum ama bunun icin Amerikan sinemasını kotulemek seni bir yere goturmez.



En iyi eserlerin fikir yasagı ve mahkumiyet icinde cıktıgını soyledin. Kısmen dogru, ancak oyle bir ortamda cogu zaman eserin cıkacagı varsa da cıkamıyor.



Emir, son yaptığımız tartışmada da aynı devamlılık olmuştu. Sen savunduğun savları desteklemek için istediğin dini kaynakları gerçek sayarken, fikrini zayıflatacak dini kaynakları yok sayıyordun. Ben bununla kendine ek argüman yarattığını düşündüğümü söylerken, sen aynı suçlamayı bir sonraki mesajında bana yöneltmeye başlıyordun. Şimdi de aynısı olmuş. Ben yazdıklarının neden tanımsal olmayan bir eleştiriye maruz kalamayacağını yazmışken, sen tanımsal kalmasından ötürü, benim sana yönelttiğim noktaları bana yönlendiriyorsun. Ayrıca yanlış düşünceni kabul edeceğini düşünmüyorum. Gerek tartışma bölümündeki benim düşündüklerim en doğrudur minvalindeki cümlelerin, gerekse burada film çekilmemesine yönelik cümleni iki farklı şekilde savunmaya çalışman bende bu fikri doğuruyor.



İkinci alıntının altında sorduğun cümlenin cevabı, alıntı yaptığın cümlenin altındakilerdir:







Bunları tekrar değerlendirişindeki kıstasları da yeniden değerlendirmek isterim. Konunun amacını sinemanın niteliği oluşturuyorken bu paralelde ilerleyelim. Sürekli teknik yenilik bir nitelik değildir. Herhangi bir yönetmenin filmografisinde her filmin ayrı teknikler ile çekiliyor olması o yönetmeni değerli kılamaz. Zaten sinemanın bu tipte bir yapısı yok. ABD'de çok yüksek rakamalarda sinema ürünü yapılması, o ülkede tür çokluğunu, çekilen film sayısıyla orantılı da bu filmlere ait örnekleri elbette yüksek tutacaktır. Ancak bu sayısal bir değerdir. Sinemanın niteliğini oluşturan öğeler, onun insanlık ve fikri değerler ile yürüdüğü paralellikte ve bunu anlatımındaki sanatsal değerde yer bulur. Kısacı bu farklılık, ABD'nin diğer ülke sinemalarına oranla sektörel gelişmişliğidir. Tür çokluğu ya da film sayısının çok büyük rakamlara çıkması ülkenin sinemasal yetkinliğini belirtemez. Haliyle Dogma'dan verdiğim örneği sürdürmek gerekir. Özellikle teknik olarak en radikal sinema doktrinlerinden biri olduğunu tekrar hatırlatmak lazım. Çünkü bu doktrine uygun çekilmiş filmlerin hiçbirinde bu radikalliğin, sinemanın niteliğine zarar verecek yapıda olmadığını göreceksiniz. Sinemada teknik bakımdan pranga, sinema çekim tekniklerinin uzun seneler önce oldukça katı bir şekilde belirlenmesi ve bugün sinemacıların hala bu kurallara uymak zorunda olmaları ve bu zorundalıktan ötürü fikirlerini gerçekleştirmemeleriyle mümkün olabilir. Buna yönelik örnekler zaten bulunmuyor. Konuya Avrupalı yönetmenlerin, ABD sinema teknolojisinin öncülük ettiği teknolojileri kullanarak film çekme isteklerinde bulunmasını ve ABD'ne oranla bu isteği daha zor gerçekleştirebileceklerini belirterek devam edersek, bu kabul edilebilir birşeydir. Ancak bundan da ABD'de her isteyen film çekebilir anlamı oluşmasın. Bu veri de ABD Sineması'nın sanatsal değil de sektörel bir niteliğidir kanımca.



Fikri pranga iddiasına gelecek olursak. ABD hiçbir zaman, Avrupa Sineması'nın, hatta Avrupa dışında yer alan ülke sinemalarının (burada fikri esaslar çerçevesinde değerlendirilecek filmleri kıstas alıyorum) ulaştığı fikri derinliğe ulaşamamıştır. Bunu ABD'de bu tipte değerlendirilebilecek ya da ABD dışındaki filmlerden fikri olarak daha derinlikli hiçbir film yapamadıklarını söyleyerek belirtmiyorum. Buna genel olarak baktığımızda durum bundan ibarettir. Zaten Terrence Malick'in filmleri konu olduğunda ya da son dönemde yaptığı filmler dolayısıyla Hollywood'dan bahsedildiğinde, "artık Hollywood'da mı entellektüel film çekiyor ?" tartışması döner. Kültürel baskının sanat üzerindeki pranga etkisinden kastın nedir, bilmiyorum. Fikri pranga, düşünselliğin olmadığı ortamlarda yer alır. Bu bakımdan Avrupa Sineması'nda kültürel bir baskı ya da kültürün zorla yönelttiği bir anlayış yoktur. Teknik bakımdan saplanagelmiş bir yapı olmadığını ve fikri olarak farklılığını ve derinliğini ekleyerek belirtebiliriz bunu.



Bertolucci filmlerinin hepsi aynıdır demenden, Bertolucci filmlerinin hepsi aynıdır demek istediğini anlıyorum. Salt olarak teknik ya da ele aldığı konu çerçevesinde bir eleştiri getirmediğin için de bütüne yönelik bir eleştiri cümlesi haline geliyor. İtirazındaki devamlılığı sağlayan kültür ve onu oluşturanların farklılığı üzerinden ilerleyelim. Bir coğrafyaya ait kültürel değerlerin bir filmde ya da on filmde tükenebilecek bir yapısı yoktur. Zaten sosyokültürel değerler, başta ekonomik değişimler sebebiyle olmak üzere sürekli değişime uğrarken, kültürel değerlerin sadece tekrara sebep olabileceğini iddia etmek olanaksızdır. Bertolucci filmleri de içerik olarak birbirinin aynısı değildir. İlk dönem filmlerinden (ki iyi olduklarını düşünmüyorum) başlayıp, diğer yapıtlarını ele aldığımızda farklılık yok diyebilmek mümkün değil. 1900, Konformist ve The Dreamers hangi sebepler ile birbirine benzer tutulabilir ? İlk dönem filmlerini ya da geriye kalanlarını da dahil etsek durum değişmeyecektir. Çok farklı kültürlerin oluşturduğu insanların aynı ülke sınırları içinde yer alıyor olmaları, geleneksel kültürün sanat öğelerinde sınırsız kaynak oluşturması anlamına gelmez. Bertolucci'den ilk bahsettiğin andan ve diğer konulardaki yorumlardan itibaren yazdıklarının asılsızlığını belirtirken, bunlara gerçekmiş gibi yaklaşıp, gerçek olmayan bilgilerin niteliğine yönelik eleştiri getirilemeyeceğini ve yaptığımın bu sebeple tanımsal tartışmadan ileri gidemediğini belirtmiştim ve es geçmemeye çalışarakta yanlış olduğunu düşündüğüm fikirlerini olabildiğince açmaya çalıştım.



Emir, ABD Sineması'nı saf sanatsal, bunun yanında ender olarakta emperyalist propagandalara alet olan bir yapı olarak sunuyorsun. Hollywood'un kuruluşu zaten belirli bir alana yatırım yaparak kar peşinde koşan iki adam tarafından kurulmuştur: DeMille ve Lasky. Hollywood'un kurulması ve DeMille'in tiyatro geçmişinden dolayı da sinemada başarı kazanması, onun kapitalist kimliğini de kullanarak bu alana farklı kapitalist şirketlerin yatırımlarını da sağladı (petrol şirketlerine kadar). Haliyle Hollywood'un kuruluş ve gelişimi DeMille'in yaptıklarının ABD toplumu tarafından ilgi çekmesi ve alanda büyük kar olanaklarının oluşması sonucu hız kazandı. Bununla beraber ABD Sineması'nın ilk yıllarında Griffith'in 2 milyon dolar bütçeyle film çekebilme olanığının bulunduğunu unutmamak gerekiyor. Griffith'in önemi teknik olarak ABD Sineması'na yenilikler kazandırmasının yanında, sinemanın ne gibi etkileri olacağını ve bu etkilerin mutlak suretle kullanılması fikrini doğurmasıdır. Bu konuda kırılma noktasını oluşturan Bir Ulusun Doğuşu'dur. Çünkü en ilgi çeken filmidir ve siyahlara karşı propaganda unsurları filmin başlıca öğeleridir. Bundan sonra İngiltere tarafından kendisine propaganda film yapma isteğinde bulunulmuş ve onu da gerçekleştirmiştir. DeMille'in sineması ise bugün Hollywood yapımlarını tanımlamakla benzer nitelikler taşıyor. Gündelik yaşantı içerisindeki ilişki sorunlarını derinliksiz ele alışı ve kimi cazibe odakları yaratarak (başta cinsellik) filmleri ilgi çekici hale getirebilmektir yaptığı. Filmlerinin tercih edilişindeki yoğunluğun ardından özellikle cinsellikten dolayı oluşan tepkiler, Hollywood'da sansür kurulu oluşmasına kadar gidiyor. Daha sonra yaygınlık kazanan western filmler ve bu filmlerin de yoğun melodram içerikleri ile kaçış sinemasına örnek teşkil etmesi ve Kızıldereli karşıtlığında kullanıla gelmesi, ABD Sineması'nın hangi şartlarda evrimleştiğini gösteren türdendir. Özellikle o dönemlerde, ABD'nin kapitalist ekonomiyi geliştirme hareketlerinden dolayı, özellikle sosyal yaşamda bunu destekleyecek unsurlar meydana getirme çabasını ve sinemanın buna olanaklı olduğunu keşfetmetlerinden sonra, bu yapıyı sürekli kullanmaya çalıştıklarını unutmamak gerekiyor. Tüm bunlardan yola çıkıp Oliver Stone ABD'de sinema yaptığı için, ABD propagancası diyebilmek mümkün değil. O yüzden asıl dinamikleri oluşturan ve dinamikleri ya tam anlamıyla ya da dolaylı yoldan gerçekleştiren yoğunluktur benim eleştirdiğim.



Eğer Milliyetçilik konusunda oluşabilecek tepkiler yüzünden Türkiye'yi yerip, ABD'ni övüyorsan, sosyokültürel farklılıkları değerlendirmeden eleştiriyorsun demektir. Global bilinç meselesi ise yaygınlığı ve yoğunluğu bakımından bahsettiğin etkiyi yapabilecek düzeyde değildir, düzeyde olması da övülecek bir konu değildir. ABD Sineması'nın yaygınlığı hakkındaki iyi işler savın desteklenemeyecek türden. Çünkü (bunu iphone örneğini anlamadığını düşünerekte söylüyorum) ABD sineması kapitalist bir yapıdadır. Bu tüm filmleri kapitalizme hizmet eder demek değildir, ancak yapım firmalarının amacı olabildiğince kardır ve bunu sağlamak kapitalist ekonominin gereklilikleri ile paralel olarak emperyalizmdir. Demek istediğim, ABD'nin borçlandırarak kendi sömürgesi haline getirdiği ülkelere komprador burjuvazi ile araba ihracı yapması ve borçlandırdığı devlete hükmetmesi ile yol yapın, ben burada araba satacağım demesi ile, aynı şekilde himayesi altına aldığı ülkede bir başka ekonomik gücünü yaygınlaştırmaya çalışması arasında hiçbir fark yoktur. Ayrıca benim yaptığım eleştiri Hollywood'un ekonomik güç varlığının, niteliksel yapısına salt olarak faydası olmayacağı yönündedir. Yani olumsuz şekilde eleştirilen Hollywood'un maddi yönü değildir.



Hollywood'un gişelerdeki hakimiyeti üzerine ise alıntılar ile gitmek gerekiyor. İlk olarak şöyle diyorsun:







Buna karşılık Hollywood'un gişelerdeki %80'lik üstünlüğünü diğer ülkelerde sektör olmamasına bağlıyorsun. Ortadoğu'da dünya içinde yer aldığına göre ve %80'lik veri bu ülkeleri kapsadığına göre yorumlar arasında ilginç bir olgu yaratılmış oluyor. Ayrıca ABD'nin yaygınlığını kazanmasında etken gösterdiğin iyi filmleri ve bu %80'lik üstünlüğü yaratan iyi film-kötü film oranına dikkat etmeni ve ABD'nin genel sinema anlayışında yarattığı yozlaşmanın, Avrupa Sineması'nın nitelik olarak üstünlüğünü bastırdığını, bu sebeple de ortaya çıkan başarılı işlerin, ABD'nin en salak romantik-komedilerinin çeyreği kadar bile o ülkelerde izlenemediğini belirtmek isterim.



Gelelim Fight Club ya da onun gibi muhalif duran filmlere. Yaygınlığı kazanmasına olanak sağlamayan kimi sebeplerden ve tartışmada sinema üzerinde olduğundan kitaba değinmeyeceğim, ama anlatacaklarım zaten kitabıda kapsayan konular (tek olgu dışında). Fight Club'ın ilgi çekiciliğinin merkezinde Tyler Durden karakterinde yaratılan şekilciliğin, sinema izleyicisinde yarattığı özdeşlik ve bu özdeşliğin çekicliği büyük yer kaplar. Hatta Marla'yı da buna ekleyebiliriz. Ele aldığı muhaliflik ya da var olan kapitalist ekonomiye yönelik eleştirileri bu şekilciliğin altında kalan, konunun gelişme bakımından (şizofreni ve kulüp fikirlerinin merkezde olması) farklı anlamlar ifade ettiği bir yapıya sahip film. Kısacası filmin yarattığı yaygınlık ya da beğeni onun toplumsal bilinçliliğine yönelik idraki sağlamasından kaynaklanmıyor (%100 böyle olduğunu iddia etmemekle beraber, filmin ya da kitabın getirdiği eleştirilerin doğruluğuna yönelik bir itiraz getirmiyorum). Tüm bu bahsettiğim olumsuzlukları yok saysak dahi, filme hakim olan Katharsis izleyicideki boşalmayı sağlıyor. Katharsis'in sanat ürünleri üstündeki etkisinin ne amaçlarla kullanıldığı da geniş bir konu. Şunu da hatırlatmak isterim ki, ben getirdiğim eleştirileri Hollywood'un tamamına yönelik yapmıyorum ve muhalif filmler olduğunu ilk mesajlarımdan itibaren belirtiyorum. Sen ise bunu yok sayarak, benim zaten kabullendiğim düşünceyi öne sürerek, Hollywood'un toplum mühendisliğini yapmadığını söylüyorsun.



ABD Sineması, Ortadoğu ve Türkiye'den bahsederken, Hollywood'un varlığını Ortadoğu'ya bağlamadım zaten. Orada Türkiye üzerinden gerçekleştirileni, Hollywood'un uzun yıllar kendisi ya da işbirlikçileri tarafından sürdürülegeldiğini anlatmak istedim.



Toplumsal mühendislik konusundaki zeka kıstasını ise şu cümlelerinden çıkarmıştım:







ABD Sineması çok farklı türlerde örnekler veriyor ve bunlarla ilgilenen insanlar kısmen zeki. Türlere örnek yapımları yaratanların toplum mühendisliği gibi bir fikri olabilir, ama bunlarla ilgilenenlerin kısmen zeki olmasından dolayı buna mahal vermeyecekleri yapıda olduklarını söylemeye çalıştığını düşünmüştüm. Amacım o değildi diyorsan yanlış anlamışımdır o halde.



Toplum mühendisliğini yanlış anladığını düşünüyorum. Toplum mühendisliği tek tip insan yaratmak değildir, böyle birşeyi kast etmediğimi anlamanı isterdim. Toplum mühendisliği, yürütülmek istenen politikalara olabildiğince uygun, ilgi alanlarına ekstrem durumlar dışında karışmamak şartıyla ve yaşam biçimlerini göz önünde bulundurarak gerçekleştirilen bir hamledir. Dolayısıyla mesela 1000 tane film türü olması ve bu filmlerin apayrı insan profillerine hitap etmesi toplum mühendisliğinib olmayacağı anlamını taşıyamaz.



Hollywood'un neredeyse tüm ekonomisine yönelik bilgiler veriyorsun ve bunların ekonomik sisteme ait olmayan veriler olduğunu iddia ediyorsun. Bununla beraber ABD Sineması'nın kapitalist yapılanmasına ilişkin yanlış düşünceni dile getirmene de yukarıdaki paragraflarda değindiğim için burada değinmeyeceğim.



ABD Sineması'nın belirli ilgil alanlarıyla, çoğu kesime hitap edebildiği doğrudur, ancak bunu hangi şartlarda ve hangi kesimler olduğuyla ele almakta önemlidir. ABD Sineması'nın niteliğine yönelik tartışmada, ABD Sineması'nı birincil göstermen şimdi niceliksel birinciliğe yönelmiş ve eleştirilerinde karşıt fikri bu nicelik etrafında oluşturmaya başlamışsın. Unuttuğunu düşündüğüm bir nokta var ki, ben ABD Sineması'nın niceliksel yönünü hiçbir şekilde reddetmiyorum, mümkün değil bu. ABD Sineması'nın yoğunluğunu oluşturan hiçbir yapım Avrupa Sineması'nın öğelerini tam olarak taşımıyor. Burada fikriyatını oluşturan, sahip olduğun yanlış Avrupa Sineması düşünceleri. Avrupa Sineması'ın ön plana çıkaran özellikler: fikri derinlik yaratabilmesi ve bunları sanatın yücelikleriyle insan zihninde etkili şekilde uyandırabilmesinde yatar. Bunu yaparken ise kar amacını ya da seyircinin filme yönelik oluşabilecek olumsuz düşüncelerini yok etmeye çalışmaz. Film süreleri ile ilgili en büyük sıkıntılar ABD'de ve onun çarpıttığı sinema görüşünün var olduğu ülkelerde meydana gelir. Fikri derinlik olarak ise, gerek toplumsal gerekse felsefi konularda yaratılan derinliği ABD Sineması'nın bu yöndeki en iyi örnekleri bile kolay kolay yakalayamayacak durumdadır.



ABD dışında hükümet eleştirisi yapan film yok diyorsun. Var olduğunu söylüyorum, ki var. Bu sefer ise olabilir ama ABD'de 10.000 tane vardır diyorsun. Sevgili dostum, bu bahsettiğin ile tartışmanın genel esaslarına yönelik üzüntü verici bir fikir belirtiyorsun. Ne sidik yarışı gerçekleştirmek gibi bir amacım var, ne de tartışmada temel rol oynayan niteliklerin sidik yarışlarıyla ispat edilebileceğine yönelik bir inancım var.







Avrupa Sineması'nda o tip film yoktur demen üzerine, sahip olduğun yanlış bilgiyi belirtmek istedim. Rakamsal verilerle üstünlük yaratmaya çalışmak gibi bir amaç gütmediğim gibi, özellikle bu tip filmlere sahip olmanın tek başına bir övgü sebebi olmadığından bahsettim. Belirtmeme rağmen sen hala övgü olduğunda ısrar etmişsin.



Dünya Sineması'nın öncüsü Hollywood olduğundan dolayı Spielberg'ün yaptıklarının dünya sinemasına öncülük ettiğinden bahsedip, sonra tekrar Amerikan Sineması üzerindeki Spielberg'ün Mozart etkisinden bahsediyorsun. Şunu söylemek gerekir ki, Spielberg'ün öncülük ettiği konular umurlarında bile olmayan sinema tarihinin başlıca yönetmenleri vardır. Kaldı ki, senin Spielberg sonrası çizdiğin dünya sinemasının çok öncesinde sinema tarihinin büyük bölümünü oluşturmuş sinemacılar var. Sinemada sığ sulardan kastın, teknolojinin sadece nitelik olarak hiçbirşey katmayacağı durumlara uyarak film çekmek ise, sinemaya bakışındaki tek taraflılık ağır basıyordur. Çünkü sinema (genel bir tanım itibariyle), Spielberg'ün yaptıklarından çok büyük anlamlar taşır halde gerçekleştirilegelmiş örneklere sahiptir. Bu Spielberg yokken de böyleydi, varken de. Buradan yine Spielberg'ün yaptıklarını yadsıdığım anlamını çıkarma. Yaptığın neredeyse tüm sinema tarihini Spielberg'e atfetmek.



Bahsettiğin Yugoslav filminin yapımcılarına bakmanı öneririm. Üçü de Amerikalı film yapımcısı ve haliyle parayı ortaya koyan bu kişiler.



Senin yarattığın "sinemada patlama" düşüncesi, bütün dünyaya hakim olabilecek bir yapı oluşturmanın zorunluluğunun mutlak gereğiymişçesine dillendirilmesinde buluyor kendini. Bunu yapan varsa başarılıdır, yapamayan varsa başarısızdıra çıkıyor düşüncelerin. Bu yaygınlık fikrini, bu yaygınlığı amaç etmemiş sinemacıları örnek göstererek oluşturamazsın. Ayrıca Avrupa Sineması'nda bahsettiğin türlerin yaygınlığı salt olarak avangard sinema ile alakalı bir durum değildir. Zaten filmlerin yaygınlığını kazanmaları ya da kazanmamaları toplumun nesnel gerçeklilikleri ile aynı orantıtadır. Sanat akımlarının (sadece sinema değil) hangi şartlarda ne şekilde türediği, hangi gelişmelerden sonra yerine bir başkasının gelip yaygınlığı onun aldığı bu mesele ile yakından ilintilidir. Kültür kafesi diye birşey yoktur (bahsettiğin durumlarda), ne Avrupa Sineması'na bunu dayatacak bir yapı, ne de kültürün tam anlamıyla sabitliği (olanaksız) vardır.



Türkiye Sineması ile Hollywood'u karşılaştırıp karşılaştırmadığım yönündeki sorun ise aslında oluşmaması gereken bir yerden türemiş. Söylediğin Türkiye'de sürekli aynı yapımların gerçekleştirildiğine yönelikti ve bunun yanında Hollywood'un bu şekilde itham edilebilecek bir yapısı olmadığı, bu yüzden özel olduğuna yönelik bir ifadeydi. Tekrarı çekilen yapımların bolluğunun Hollywood'ta tavan yaptığını belirtip, aslında Türkiye'de var olduğunu söyleyip (haklı tarafları olmakla beraber) eleştirdiğin, Hollywood'da olmadığını iddia ettiğin konunun, Hollywood'da şiddetli bir şekilde boy gösterdiğini belirttim. Bu tekrarlar verdiğin örneklerin aksi şekilde, her yıl çekilen filmlerin %50'sini ya da daha fazlasını kapsayacak şekilde değildir. Halbuki öyle değerlendirmişsin. Konu, gelişme, varılan sonuç bakımından benzer olmakla beraber, ya ABD dışı ülkelerden ihraç ya da aynı filmlerin tekrar çekilmesi gibi icraatların olduğu Hollywood'u, en basitinden Türkiye'de benzer yapımlar yapılıyor diye eleştirirken, yüceltebilmenin olanaksızlığından bahsettim.







Eserin oluşması ile bu eserin kitlelere ulaştırılmasının aynı zaman diliminde gerçekleştirilme zorunluluğu yoktur. Haliyle bu oluşturulan eserlerin niteliğini ya da yok olmasını sağlayan bir etken değildir.



Sonuç olarak; tartışmanın sonlanması ya da başladığı noktaya daha uygun bir hale gelmesini umarak birkaç şey daha söylemek, hatırlatmak isterim. Hollywood'un ekonomik gücü, yaygınlığı ya da teknolojik gelişmeleri değildir konu. Bunların varlığını kabul etmekle beraber, konunun mantığını içeren sanatsal niteliği sadece bunların sağlayamayacağıdır asıl mesele. Bu yüzden Hollywood'un kabul ettiğim taraflarını ya da tartışmanın asıl konusuna katkısı olmayacak verileri belirtmen niteliklik bakımından birşey getirmiyor. Sinemaya ilgilendiğin belirli bir alan çerçevesinden baktığını düşünüp ve bu alanın Hollywood'da daha yaygın şekilde bulunmasından hareketle, çok genel bir anlam taşıyan sinemayı, sadece bunlar etkisinde kalarak yorumladığını düşünüyorum ve özellikle Avrupa Sineması'nı takip etmemenden kaynaklanan keskin ve bir o kadar da hatalı çıkarımlarının (bunları yukarıda tek tek belirtmeye çalıştım), bu sinema hakkında yanlış tablo çizmene sebep olduğunu görüyorum. Her ne kadar bu yanlışları kabul etmeyeceğini düşünsem de, Avrupa Sineması'nın böylesine basmakalıp fikirlerle eleştirimeyeceğini söylemek isterim.



ikinizde haklısınız bence rdaşlar
 
Üst Alt