Igor Tudor Galatasaray'da görevine başlarken kendisine yöneltilen diziliş sorusuna, rakamların ve dizilişin önemli olmadığını ve mühim olanın mantalite olduğunu söylemişti. Bu ifadesinde haklı olduğu yönler olmakla birlikte bir o kadar da yanlışı var. Eğer diziliş o kadar da önemli değilse zaten insanlar bu kadar kafa yormaz bu rakamlar üzerine. Şimdi bu rakamların neden önemli olduğunu ve Tudor'un hatasını ifade edelim.
Herşeyden evvel dizilişlerin moda olması üzerine birkaç kelam edelim. Subjektif bir değerlendrme yapacak olursam 4'lü oyuna geçiş hem Türkiye'de hem dünyada futbola çağ atlatmıştır. Yeni sistem yeni oyuncu tiplemeleri gerektirdiğinden aslında yaşı bana yakın veya 3 aşağı 5 yukarı olanların bildiği bugünün futbolu ortaya çıkmıştır. Oyun daha kollektif hale gelmiştir. Öncesinde oynanan sarkık liberolu 3'lülerde genelde Maradona tarzı adamların üzerinden bireysel oyunlar oynanıyordu.
Son günlerde ise İtalya, Juventus ile başlayan ve Chelsea ile zirve yapan bir 3'lü modası başladı. Futbolda başarının sadece diziliş ile sağlanamayacağı ön kabulünü saklı tutarak bu diziliş ve 4'lü arasındaki farkları izah edelim.
3'lü oyunu aslında Juve ile benzer zamanlardaa Guardiola da hem Bayern hem de Barca da kullanıyordu. Ancak bu sistem ve 4'lü sistem arasında geçiş yaptıkları da vaki. Hatta Guardiola'nın Barca'da 4'lü başlayıp zamanla 3'lüye döndüğünü de görüyoruz. Chiellini ve Barzagli gibi adamlar olmayınca Juve de son maçta 4'lüyü denedi örneğin. Bu bize şunu gösteriyor. 3-4-3 veya aynı sistemin varyasyonları olan 3-4-2-1 ile 3-4-1-2 gibi sistemler büyük oranda eldeki oyuncularla oynanabilecek bir sistem. 4'lü ise biraz daha uygulanması kolay bir diziliş.
Peki neden böyle?
Aslında dizlişlerin önemii burada ortaya çıkıyor. 4'lü sistemler olan 4-4-2, 4-2-3-1, 4-3-3 gibi sistemler büyük oranda alan parselizasyonuna dahayalı bir mantalitenin ürünü sistemler. Bu sistemlerde oyun alanının bütünü eşit sorumluluk alanlarına bölünerek bir oyun planı uygulanıyor. Mutlaka eldeki oyuncuların niteliği bu oyunu zenginleştirip, fakirleştiriyor ama temel anlayış hem savunmada hemen de hücumda sahanın tam anlamıyla parselizasyonu. Yani 4'lü sistemler alan üzerinden oynanan sistemler. Topun oynandığı yer bu anlamda daha ikinci planda. Eldeki oyuncuların Hakan-Arif veya Cole-Yorke ise klasik 4-4-2'ye daha yakın bir sistem oynarken; Ronaldo,Nani veya Robben, Ribery gibi adamlar olunca 4-2-3-1, 4-3-3 gibi kanatları önceleyen sisteme dönebilirsiniz. Ancak dediğim gibi temel felsefe alanları kullanma veya kapatma.
Özellikle son dönemde ortaya çıkan 3'lü sistemde ise mesele sahanın tümünün parsellenmesinden çok oyun alanını mümkün olduğunca dar tutarak topu bir an önce geri kazanma. Yani topun oynandığı yerin önemi çok büyük. O bölge ne kadar kalabalık olursaa hücumda o kadar rahat pas istasyonu bulunur, savunmada ise o akdar çabuk top geri kapılır. Bu sistemi önceleyen hocalar bu sebeple buna uygun oyuncular tercih ederler. Mesela top kapma rekortmeni Kante, sıkı presçi Vidal-Marchiso gibi. Hücumda da alan daraldığından bu dar alanda hızlı hareket edebilecek oyuncu tarzı önem kazanır. Hazard, Messi, Iniesta, Fabregas vb. adamların değeri burada ortaya çıkar. Bu sistemde saha içerisinde alan paylaşımı imkanı adil ve sürdürülebilir olmadığından topu kazanamama durumunda savunmadaki 3'lünün önemi de artar. Bu sebeple öncelikli tercih hızlı adamlarla bu açığı kapatmadır. Savunmanın öne çıkması lan daraltma için elzem olduğundan, arkaya atılacak toplara yetişecek çevikliklte adamlar stopere kaydırılır. Mascherano, Alaba, Azpilcueta gibi adamarın stopere kaydırılmasında bu görüş baskındır.
Sonuç olarak 3'lü ve 4'lü oynama arasında çok ciddi bir mantalite farkı vardır. Bu mantalite ise ancak oyuncular ile rezalize edilebilir. Doğrusunu söylemek gerekirse 3'lü sistem daha kaliteli oyuncularla oynanacak ve fizik ile tekniği üst düzeyde birleştirmek gerektiren bir oyun beklerken, 4'lü sistem daha kollektif bir mantıkla ve sakanın eşit paylaşımı üzerinden hareket ettiğinden daha alt düzeylerde de oynanabilir.
Yazıyı bitirirken 3'lü romantizmine fazla kapılmamak için de birkaç şey söyleyeyim. Bugün Chelsea veya Juve zaman zaman çok göze çarpan oyunlar oynuyorlar doğrudur. Ancak en az onlar kadar başarılı 4'lü oynayanlar da var. Bugün CL çeyrek finalistlerine bakalım.
Atletico, Monaco, Real, Dortmund, Leicester 4'lü oynuyor. Üçlü oynadığını düşündüğümüz Barca ve Bayern sürekli değişkenlik gösteren karma tercihlerde bulunuyorlar. Bu konuda en net olan Juve bile son Porto maçında 4'lü sistemi denedi.
Avrupanın önemli liglerinin zirvesindeki takımlarda da Juve ve Chelsea dışında net ve sürekli olarak 3'lü oynayan o kadarda yüksek bir oranda değil.
Milli takımlar açısından da bu böyle. İtalya bunu başarıyla uyguluyor ama Almanya'nın taklit çabasının son kupada nelere mal olduğunu gördük. Portekiz, Polonya, Galler gibi aslında kadrosu daha 2. sınıf olan takımlar 4'lü ile başarılı oldular.
Tudor işte burada tecrübesizliğinin ve hızlı damga vurma gayretinin kurbanı oldu. Galatasaray takımının defansif ve fiziki problemleri herkesin malumuydu. Ancak top kendisinde iken doğru düzgün santraforu 2 senedir olmasa bile gol atma konusunda yetenekli bir takımdı. Telles-Yasin-Sneijder ile başlayan daha sonra Bruma eklemlenince iyice artan (Telles satılarak içine edilse de) sol kanat etkinliği Yasin'in son dönemde sağ kanat oynarken de gösterebildiği sürpriz golcülüğü sayesinde biraz daha ilerlemişti. Fiziki direnci artıran Tudor'un Galatasaray'ın neredeyse 20 yıldır oynadığı ve alıştığı 4'lüden sezon ortasında ve eldeki bu oyuncularla vazgeçmesi anlamlı olmadı. Bunun sonucunda da zaman zaman mücadele hoşumuza gitse de 4 puanlık fark bugün 11 puan olma tehlikesi ile karşı karşıya. Benzer fantazinin yine benzer oyuncularla Mancini ile devre arası kampının tamamında denendiği, bu arada Ajax'ın bebe takımı karşısıdna rezil olunduğu, ilk resmi maçın 20. dakikasında vazgeçielrek bir daha uygulanmadığını da hatırlamakta fayda var.
4'lü sistem bana göre zaten daha akıllıca idi ama özellikle dönem arasında bu akdar radikal şekilde vazgeçilmesi bizi tamamen çökerten bir durum ortaya çıkardı.
Herşeyden evvel dizilişlerin moda olması üzerine birkaç kelam edelim. Subjektif bir değerlendrme yapacak olursam 4'lü oyuna geçiş hem Türkiye'de hem dünyada futbola çağ atlatmıştır. Yeni sistem yeni oyuncu tiplemeleri gerektirdiğinden aslında yaşı bana yakın veya 3 aşağı 5 yukarı olanların bildiği bugünün futbolu ortaya çıkmıştır. Oyun daha kollektif hale gelmiştir. Öncesinde oynanan sarkık liberolu 3'lülerde genelde Maradona tarzı adamların üzerinden bireysel oyunlar oynanıyordu.
Son günlerde ise İtalya, Juventus ile başlayan ve Chelsea ile zirve yapan bir 3'lü modası başladı. Futbolda başarının sadece diziliş ile sağlanamayacağı ön kabulünü saklı tutarak bu diziliş ve 4'lü arasındaki farkları izah edelim.
3'lü oyunu aslında Juve ile benzer zamanlardaa Guardiola da hem Bayern hem de Barca da kullanıyordu. Ancak bu sistem ve 4'lü sistem arasında geçiş yaptıkları da vaki. Hatta Guardiola'nın Barca'da 4'lü başlayıp zamanla 3'lüye döndüğünü de görüyoruz. Chiellini ve Barzagli gibi adamlar olmayınca Juve de son maçta 4'lüyü denedi örneğin. Bu bize şunu gösteriyor. 3-4-3 veya aynı sistemin varyasyonları olan 3-4-2-1 ile 3-4-1-2 gibi sistemler büyük oranda eldeki oyuncularla oynanabilecek bir sistem. 4'lü ise biraz daha uygulanması kolay bir diziliş.
Peki neden böyle?
Aslında dizlişlerin önemii burada ortaya çıkıyor. 4'lü sistemler olan 4-4-2, 4-2-3-1, 4-3-3 gibi sistemler büyük oranda alan parselizasyonuna dahayalı bir mantalitenin ürünü sistemler. Bu sistemlerde oyun alanının bütünü eşit sorumluluk alanlarına bölünerek bir oyun planı uygulanıyor. Mutlaka eldeki oyuncuların niteliği bu oyunu zenginleştirip, fakirleştiriyor ama temel anlayış hem savunmada hemen de hücumda sahanın tam anlamıyla parselizasyonu. Yani 4'lü sistemler alan üzerinden oynanan sistemler. Topun oynandığı yer bu anlamda daha ikinci planda. Eldeki oyuncuların Hakan-Arif veya Cole-Yorke ise klasik 4-4-2'ye daha yakın bir sistem oynarken; Ronaldo,Nani veya Robben, Ribery gibi adamlar olunca 4-2-3-1, 4-3-3 gibi kanatları önceleyen sisteme dönebilirsiniz. Ancak dediğim gibi temel felsefe alanları kullanma veya kapatma.
Özellikle son dönemde ortaya çıkan 3'lü sistemde ise mesele sahanın tümünün parsellenmesinden çok oyun alanını mümkün olduğunca dar tutarak topu bir an önce geri kazanma. Yani topun oynandığı yerin önemi çok büyük. O bölge ne kadar kalabalık olursaa hücumda o kadar rahat pas istasyonu bulunur, savunmada ise o akdar çabuk top geri kapılır. Bu sistemi önceleyen hocalar bu sebeple buna uygun oyuncular tercih ederler. Mesela top kapma rekortmeni Kante, sıkı presçi Vidal-Marchiso gibi. Hücumda da alan daraldığından bu dar alanda hızlı hareket edebilecek oyuncu tarzı önem kazanır. Hazard, Messi, Iniesta, Fabregas vb. adamların değeri burada ortaya çıkar. Bu sistemde saha içerisinde alan paylaşımı imkanı adil ve sürdürülebilir olmadığından topu kazanamama durumunda savunmadaki 3'lünün önemi de artar. Bu sebeple öncelikli tercih hızlı adamlarla bu açığı kapatmadır. Savunmanın öne çıkması lan daraltma için elzem olduğundan, arkaya atılacak toplara yetişecek çevikliklte adamlar stopere kaydırılır. Mascherano, Alaba, Azpilcueta gibi adamarın stopere kaydırılmasında bu görüş baskındır.
Sonuç olarak 3'lü ve 4'lü oynama arasında çok ciddi bir mantalite farkı vardır. Bu mantalite ise ancak oyuncular ile rezalize edilebilir. Doğrusunu söylemek gerekirse 3'lü sistem daha kaliteli oyuncularla oynanacak ve fizik ile tekniği üst düzeyde birleştirmek gerektiren bir oyun beklerken, 4'lü sistem daha kollektif bir mantıkla ve sakanın eşit paylaşımı üzerinden hareket ettiğinden daha alt düzeylerde de oynanabilir.
Yazıyı bitirirken 3'lü romantizmine fazla kapılmamak için de birkaç şey söyleyeyim. Bugün Chelsea veya Juve zaman zaman çok göze çarpan oyunlar oynuyorlar doğrudur. Ancak en az onlar kadar başarılı 4'lü oynayanlar da var. Bugün CL çeyrek finalistlerine bakalım.
Atletico, Monaco, Real, Dortmund, Leicester 4'lü oynuyor. Üçlü oynadığını düşündüğümüz Barca ve Bayern sürekli değişkenlik gösteren karma tercihlerde bulunuyorlar. Bu konuda en net olan Juve bile son Porto maçında 4'lü sistemi denedi.
Avrupanın önemli liglerinin zirvesindeki takımlarda da Juve ve Chelsea dışında net ve sürekli olarak 3'lü oynayan o kadarda yüksek bir oranda değil.
Milli takımlar açısından da bu böyle. İtalya bunu başarıyla uyguluyor ama Almanya'nın taklit çabasının son kupada nelere mal olduğunu gördük. Portekiz, Polonya, Galler gibi aslında kadrosu daha 2. sınıf olan takımlar 4'lü ile başarılı oldular.
Tudor işte burada tecrübesizliğinin ve hızlı damga vurma gayretinin kurbanı oldu. Galatasaray takımının defansif ve fiziki problemleri herkesin malumuydu. Ancak top kendisinde iken doğru düzgün santraforu 2 senedir olmasa bile gol atma konusunda yetenekli bir takımdı. Telles-Yasin-Sneijder ile başlayan daha sonra Bruma eklemlenince iyice artan (Telles satılarak içine edilse de) sol kanat etkinliği Yasin'in son dönemde sağ kanat oynarken de gösterebildiği sürpriz golcülüğü sayesinde biraz daha ilerlemişti. Fiziki direnci artıran Tudor'un Galatasaray'ın neredeyse 20 yıldır oynadığı ve alıştığı 4'lüden sezon ortasında ve eldeki bu oyuncularla vazgeçmesi anlamlı olmadı. Bunun sonucunda da zaman zaman mücadele hoşumuza gitse de 4 puanlık fark bugün 11 puan olma tehlikesi ile karşı karşıya. Benzer fantazinin yine benzer oyuncularla Mancini ile devre arası kampının tamamında denendiği, bu arada Ajax'ın bebe takımı karşısıdna rezil olunduğu, ilk resmi maçın 20. dakikasında vazgeçielrek bir daha uygulanmadığını da hatırlamakta fayda var.
4'lü sistem bana göre zaten daha akıllıca idi ama özellikle dönem arasında bu akdar radikal şekilde vazgeçilmesi bizi tamamen çökerten bir durum ortaya çıkardı.