Bülent Korkmaz: "2000 ruhunun sırrı istikrardı" | GSCimbom - En İyi Galatasaray Taraftar Portalı ve Forumu

Bülent Korkmaz: "2000 ruhunun sırrı istikrardı"


korkmaz.jpg

UEFA Kupası şampiyonluğu Türk futbolunun zirve anlarından biri; belki de birincisi. Zaferin mimarlarından “Kaptan” Bülent Korkmaz’la zaferi konuştuk.

17 Mayıs 2000’de Galatasaray’ın kazandığı UEFA Kupası, bir Türk futbol takımının Avrupa’da kazandığı ilk kupa. Sonrasında gelen Süper Kupa ile birlikte hala da tek zaten. Bunca yıl sonra geriye doğru bakınca o zafer neler hissettiriyor size?

İlkleri yaşıyorsunuz; ilk defa bir Türk takımı Avrupa kupası kazanıyor. Onun içinde olmak, onun oyuncusu olmak, kaptanlığını yapmak ayrıcalık tabii ki. 17 Mayıs gelince telefonuma, Instagram’ıma bir sürü mesaj geliyor. Tabii bunca senedir kazanılmamış bir daha o kupa. Dolayısıyla onun mutluluğunu, gururunu her yerde yaşıyorum. Herkes hala 2000 yılını konuşuyor, bu da bizi mutlu ediyor tabii ki. Onun keyfini hala sürüyoruz. Benim için de, kulüp için de bir gurur kaynağı.

UEFA zaferi çok uzun bir yolun sonunda gelmişti. Şampiyonlar Ligi grup maçında iç sahada alınan 5-0’lık Chelsea mağlubiyeti var mesela.

O sezon bir ara kadroda bulunmuyordum; Chelsea kadrosunda da yoktum. Ama kadroda olmamama rağmen arkadaşlarımla bağlarım devam ediyordu. Hezimet diyebileceğimiz bir skordu. Kendi sahamızda aldığımız bu farklı yenilgi takımı üzmüştü ve yıpratmıştı. Ama o mağlubiyetten sonra ayağa kalkmak, gerçek karakterli oyuncuların işiydi. Herkes de onu yaptı. Zirveye çıkmadan önce illa bir dip döneminiz oluyor. Chelsea maçı, o dibe vuruş oldu. Ardından çıkışa geçmeye başladı takım.

Hertha Berlin galibiyetinin arkasından unutulmaz Milan maçı gelmişti.

Milan maçıyla hem benim, hem takımın serüveni başladı diyebiliriz. Çok gidip gelen bir maçtı, ki son dakikalarda hem beraberliği, hem penaltıyla galibiyeti bulduk. O sanki bir şeylerin habercisiydi diye düşünüyorum. Çünkü Milan maçından sonra benim veya birkaç arkadaşımın yaptığı röportajda “Biz UEFA Kupası’nı istiyoruz” gibi konuşmuştuk. O zaman şimdi artık olmayan Ali Sami Yen Stadyumu’nda oynuyorduk. O stadın bir ruhu vardı. Taraftarın bir ruhu vardı. Oyuncuların da o ruhla, “2000 ruhu” deniyor ya, o his oluştu. Milan gibi, ki o yılların Avrupa’daki en güçlü takımıydı, bir takımı yenip UEFA yoluna çıkmak da kupanın sinyalini veriyordu.

UEFA Kupası’na giden yol da çok uzundu ve finale kadar hep zor rakiplerle karşılaştınız: Bologna, Dortmund, Mallorca, Leeds… Bu üst üste gelen zorlu maçlar, bir momentum mu yaratmıştı takımda?

Dediğiniz takımların hepsi, liginin üst sıralarında oynayan takımlardı. Şu anda hemen hemen Avrupa’nın bütün liglerini takip ediyorum, o zaman daha farklı takımlar vardı. Çok yetenekli, çok iyi oyuncular vardı, her takımda. Bu sürecin uzun bir süreç olduğunu biz de biliyorduk. Ligde de, Türkiye Kupası’nda da, UEFA Kupası’nda da iyi gidiyorduk. Acılar yaşanmadan, fedakarlıklar yapılmadan bu işin olmayacağını biz biliyorduk. Yani mesela Mallorca’ya giderken, arkadaşlarla otururken söyledim: “Bu turu geçersek biz finale çıkacağız. Belki kupayı da alabiliriz, ama finale çıkacağımız kesin.” O iddiayla da çok oyuncudan hediyeler kazandım. (gülüyor)

Bir savunma oyuncusu olarak, karşılaştığınız ve sizi çok zorlayan bir rakip hatırlıyor musunuz?

Bir oyuncu çok formdaysa, iyi durumdaysa, rakibini iyi tanıyorsa, siz performans olarak iyi durumdaysanız çok zorlanacağınız bir oyuncu olmaz. Bireysel oyun oynamıyorsunuz, takım oyunu oynuyorsunuz. Biz de takım oyunu oynuyorduk, takım halinde hareket ediyorduk. Bizim yetenekli oyuncularımız da çok vardı, yeteneğini takım oyununa çeviren oyuncularımız da çok vardı. Hem genç, hem tecrübeli. Zaten bu UEFA Kupası’nı alan takım 6-7 senelik bir sürece dayanıyordu. Kupayı aldığımız zaman da zirveydi. Oynadığımız maçlarda da takım olarak çok zorlandığımızı düşünmüyorum. Final maçı hariç. O, işin farklı bir boyutuydu.
ali-sami-yen-stadium_f8iix4uufn101vwi0l7r5ncgz.jpg


Az önce Ali Sami Yen’den bahsettiniz. O dönem “Cehennem” diye tabir edilen bir gücü vardı. Ali Sami Yen’in etkisini anlatabilir misiniz?

Ali Sami Yen çok farklıydı. Belki şu anki stadımız çok güzel, çok modern bir stat. Ama ben Ali Sami Yen’i o modern stada değişmem. Oranın farklı bir havası vardı. Biz oranın kazan dairesini bilirdik. Oranın soyunma odasını, koridorlarını da çok iyi bilirdik. O stada ayak bastığımız zaman, orası bizi farklı bir boyuta getiriyordu. Biz belki maçı maçtan önce yaşıyorduk ama maç konsantrasyonunun en üste çıkması o statta oluyordu. O stadın zemininin her bölgesini, santim santim iyi biliyorduk. Kale arkasını da iyi biliyorduk, açık tribününü de, kapalı tribününü de; her yerini çok iyi biliyorduk. Farklı bir ortamdı. Bunda da en büyük etken taraftarın orada gösterdiği performanstı. Nasıl bizim performansımız çok yüksekse, onların da orada gösterdiği performans çok yüksekti.

Final maçına gelelim. Arsenal kağıt üzerinde favoriydi…

Ben her zaman final maçlarını, kimle olursa olsun %50-50 görürüm. Tek maç olduğu zaman rakip de sizi biliyor, biz de rakibi biliyoruz. Rakip sizden bireysel yetenek olarak ne kadar üst seviye olsa da mücadeleniz, azminiz, o duygularınız veya kupayı ne kadar çok istediğinize bağlı. Çünkü Türkiye’de hiçbir zaman böyle bir şey olmamış, final olmamış, kupa alınmamış. Belki Arsenal tarihinde Avrupa kupası almıştır ama Galatasaray veya Türkiye’de hiçbir takım bunu elde etmemiş. O finalde zaten, tribün atmosferi de çok farklıydı. Ben her zaman İngiliz statlarında oynamayı çok severim. İngiltere’deki maçlarda oynarken futbolcu olduğumu hissederim. Ama orada taraftar yarı yarıya olmasına rağmen bizim taraftarımız İngilizleri bastırmıştı. Saha içinde de gelişen bir sürü olay oldu: İşte Hagi’nin kırmızı kartı, benim omzumun çıkması, devam etmem… Bunlar sanki işaret gibi geliyordu. Taffarel’in Henry’nin kafa vuruşunu kurtarışı ve “O Tanrı’nın eliydi” demesi… Bunların hiçbiri tesadüf değildi; hepsi kupaya giden yoldaki gerçeklerdi. Orada söylenen, “Dağ başını duman almış” marşı o kadar güzeldi ki, 17 sene sonra bile tüylerim diken diken oluyor. Muhteşem bir zaferdi.
bulent-korkmaz-galatasaray-2000_11i015psc8dbxz8xfzk475wxj.png


Maç öncesinde takım içindeki hava nasıldı? Kaptan olarak takım arkadaşlarınızla konuşmalar yapıyor muydunuz?

Hiçbir şey demeye gerek yok ki zaten! (gülüyor) Biz hazırlanırken tabii ki maçı konuşuyorduk. Zaten maçı hissediyorsan maçı konuşursun. Normal maça nasıl hazırlanıyorsak hepimiz öyle hazırlanıyorduk. Bazısı geç kalkardı, bazısı benim gibi erken kalkıp sabah antrenman yapardı. Maç günü Fatih Terim hocamız, otele yakın bir çim sahada 11’i belirledi. Gelirken son taktikleri verdi. O andan itibaren o heyecan çıtası git gide yükselmeye başladı. Tabii ki rakibi izledik, analiz ettik, nasıl oynanır, bizim nasıl hücum yapmamız lazım, takım halinde nasıl savunma yapmamız lazım; tüm hazırlıkları normal bir maça hazırlanır gibi yaptık. Ama o farklı bir maç tabii ki: UEFA Kupası, Arsenal, İngiltere’nin en önemli kulüplerinden birisi. Ama zaten böyle maçlara fiziksel olarak hazırlıktan ziyade zihinsel olarak hazırlanmak gerekli; biz de zihinsel hazırlığımızı çok iyi yaptık. Ondan önce herhalde bir lig maçı oynamıştık, mağlup olmuştuk mesela. Çok farklı oluyor zihinsel olarak hazırlanmak da.
fatih-terim-2000_1514cif6r219h10dk3mkp2z63n.jpg


Fatih Terim’in maç öncesi yaptığı konuşmayı hatırlıyor musunuz? Gerçi daha sonra görüntüleri de yayınlandı...

Fatih Terim hocamız maça çıkarken o son vurguyu ve o son cümleleri hep güzel biçimde anlatırdı. Ben açık yüreklilikle itiraf edeyim, maçı daha sonra 10 sene sonra mı ne seyrettim. Tesadüfen bir arkadaşımın evinde seyrettim o da. Kimin ne yaptığını hatırlamıyorum inanın. Maç öncesi konuşmasını da hatırlamıyorum. Maçtan sonra da biraz zafer sarhoşluğu da vardı, “Ne yaptınız?” dersen bir havuz vardı ona girdik o kadar, onu hatırlıyorum!

Maça dair hatırladıklarınız neler? 0-0 bitti ama iki tarafın da yakaladığı pozisyonlar vardı.

Biz tedirgin başladık. Kendi adıma söyleyeyim bir tedirginlik vardı çünkü ilk defa böyle bir final oynuyorsunuz. Bir 5-10 dakika o vardı, sonra zaten oyunun ortada geçtiği belliydi. Oyunun gidişatı Arsenal lehine gözükse de, bir şeyi unuttular, bizim azmimiz, mücadelemiz, o kupayı çok istememizden kaynaklanıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam Arsene Wenger maçı kazanacaklarını düşündükleri için bir kasa şampanya almış kendilerine. Biz kupayı kazanınca bizim tarafımıza vermiş, ki o da ne kadar centilmen ve beyefendi bir insan olduğunu gösteriyor. Ama saha içinde Okan’ın sakatlığı vardı, Capone’nin küçük bir sakatlığı vardı, sonra Hagi’nin atılması, benim omzumun çıkması, hep bizim için dezavantajlar oldu. 10 kişi, beni yarım say, 9,5 kişi, Okan’ı falan say, 8 kişi falan oynuyorduk! Ama bir şeyi unuttular, arkamızda çok büyük bir güç vardı, taraftar gücü. Ben inanıyorum ki, Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir yerinde seyreden Türklerin enerjisi bize etki etti. Sırf sahada mücadele ederek kazanmadık bu oyunu. Herkesin istemesiyle oldu. Çünkü biz manevi değerleri çok yüksek bir ülkeyiz. Tabii bu da böyle olunca farklı bir yere geldi olay.
galatasaray-dortmund-2000_83twvklmlnkn1xjs2jkdrdfo9.jpg


Sanki o zaman şimdiye göre farklı bir durum da vardı. Tüm Türkiye Galatasaray’ın arkasındaydı o finalde. Bugün artık uluslararası maçlarda Türkiye’deki rakibini destekleme olayı pek kalmadı.

Ben zaten genel olarak söyledim. Avrupa çok farklı bir arena. Orada hangi takımın oynadığı önemli değil. Nihayetinde Türkiye’yi temsil ediyoruz. Belki bir göğsümüzde Galatasaray varsa, bir göğsümüzde Türk bayrağı var. Biz zaten bu duyguları yaşıyoruz. Bizdeki yabancı oyuncular da bu gözle bakıyordu. Belki Brezilyalı ya da Romanyalıydı ama Türkiye’de yaşamak, Galatasaray’da oynamak çok mutlu ediyordu onları. Bu sırf bir ekibe değil, büyük bir aileye, büyük bir aileye bağlamak lazım o başarıyı. Herkesin emeği olduğunu düşünüyorum.
gehorghe-popescu-galatasaray-2000_so1j1c11mgnc1bk2xtaobr8oa.jpg


Bir de meşhur sakatlık pozisyonunuz var. O anı hatırlıyor musunuz?
Nasıl unutabilirim ki? (gülüyor) Henry ile girdiğimiz bir pozisyonda yüzükoyun düşerken elimi uzattım, çıktığını hissettim. Doktorumuz Burhan Uslu vardı, o geldi. Ben meğerse kolumu yerine oturtmuşum, sonra ikinci defa çıkınca “Devam edeyim” dedim, o da “Saralım, öyle devam et” dedi. Tabii bu bir simge oldu. Her büyük savaşın bir simgesi vardır, kazanıldığı zaman, herhalde bu böyle oldu. 100 sene sonra benim ismim unutulabilir, ama “omzu çıkan, kolu sargılı bir oyuncu vardı” diye anılacağını düşünüyorum. İlk başta çok üzülmüştüm, çünkü UEFA Kupası’ndan sonra Avrupa Şampiyonası’ndan affımı istemek zorunda kalmıştım o sakatlıktan dolayı. Ama sonradan bakıyorum ki, iyi ki omzum çıkmış diyorum.

O maçta, o dakikada sakatlanıp kenara gelmek bir opsiyon değildi herhalde?
Beni bilenler biliyor. Ben hiçbir şeyden korkmayan, sonuna kadar gidebilen, gücüm yettiği yere kadar devam eden bir insandım. Hayatım boyunca da böyle oldum. Dolayısıyla, öyle bir şey olmayacağını herkes biliyordu. Kenara gelip final maçını dışarıdan seyretmek bana yakışmazdı zaten.
ergun-penbe-galatasaray-2000_g2nkffrxvnds168k3dqtiinrt.jpg


Sonra maç penaltılara gitti. Penaltıyı Galatasaray taraftarının olduğu kaleye atmak bir avantajdı herhalde.
Uzatmalara gidince İspanyol hakem para atışında dedi ki, “Kazanan penaltılardaki kaleyi de belirleyecek.” Ben de hemen Galatasaray taraftarlarının olduğu kaleyi söyledim. Zaten kazandığımızı Taffarel’in kurtardığı kafa topunda anlamıştım; “Biz bu maçı aldık. Kupa bizim” demiştim. Penaltılara da çok rahat baktım o yüzden.

Popescu’nun penaltısından sonra neler yaşandı?
Herkes Popescu ve Taffarel’e doğru koştu tabii. Herkes kendinden geçmişti. Okan Buruk ayakkabıların üzerine basarak koşuyor, öbürü dans ediyor. Ben o anda omzumdan dolayı coşkuyu tam yaşayamadım ne olur ne olmaz diye. Ailelerimiz de gelmişti, ben kızımı indirdim tribünden. Çok farklı bir duyguydu, çok güzel bir atmosfer vardı. Bunu çok basitçe söylüyorum ama o anki duygular çok farklıydı. Hele İstanbul’a inince daha farklı oldu.

Kariyeriniz boyunca pek çok iyi Galatasaray takımında yer aldınız. 2000 takımını oynadıklarınız arasında nereye koyarsınız?
En üst yere koyarım, hiç tartışılmaz. Dört sene üst üste şampiyonluk, UEFA Kupası, Süper Kupa… O takım belki de çıkabileceği en yüksek yere çıktı. Hep diyorlar ya “2000 ruhu geri geldi” diye, o ruh orada duruyor zaten.
galatasaray-1999-2000_1hzhd64m11rvr16njif7lwn5dm.jpg


O takımı özel yapan şey neydi?
Her şeydi. En başta istikrar. Uzun süredir bir arada oynadığımız oyuncular vardı. Teknik direktörde istikrar vardı, yönetimde istikrar vardı. Birbirimizi çok iyi tanıyorduk. Belki düşüş dönemlerimiz de oldu, çıkış dönemlerimiz de oldu. Gerçek karakter kötü zamanda ortaya çıkar. O dönemlerde takımı çok sahiplendik, oynamadığımız zamanlarda bile. Birbirimizi çok iyi tanıyorduk, ne yediğimizi, nasıl antrenman yaptığımızı… Hayatımız bu tesiste geçiyordu açık söylemek gerekirse. Avrupa’da hiçbir takımın oyuncusunun yapmayacağı fedakarlıklarda, özveride bulunduk. Bunun karşılığını aldık. O oluşum, bir kitap olur bence. Ama her şeyin başı, arkadaşlık, içten ve samimi hareket etmeniz. Biz içten ve samimi hareket ediyorduk. Parasal olarak zor durumda kaldığımız oldu, ama hiç sorun etmedik. Kulübü düşündük, takımı düşündük bütün arkadaşlarımız. Bu fedakarlığı yaparak başarı geldi.

Sonrasında Süper Kupa’yı da kazanan takımda yer aldınız; Milli Takım’da da pek çok başarı yaşadınız. Bunlar arasında UEFA Kupası’nı nereye koyarsınız?
Tabii ki birinci sıraya koyarım. Milli takımla Dünya üçüncüsü olmak da çok önemli ama UEFA Kupası… Açık yüreklilikle söyleyeyim: Şampiyonlar Ligi, Dünyada en çok seyredilen organizasyon, Dünya Kupası’ndan daha fazla seyrediliyor. Dünya Kupası da çok ayrı bir yerde, ama kulüp takımı olarak UEFA Kupası başarısını birinci sıraya koyarım. Ama milli takım tabii farklı bir ortam.
galatasaray-uefa-cup-2000_htw1294vkh101cjlzx9jdv54z.jpg


Bu başarının üstünden 17 yıl geçti. Bırakın yeni bir kupayı, bir Türk takımı finali, yarı finali bile göremedi. Neden bu başarının arkası gelmedi?

Anlatmaya kalksam çok uzun sürer. Birçok nedeni var. Doğru yönetilmemek, doğru oyuncuyu bulamamak… Eski yetenekli oyuncuların bu dönemde olmaması; eski yetenekli oyuncuların o dönemdeki fedakarlığı, arzusu, şu dönemdeki oyuncularda olmaması… Jenerasyon değiştiği için, o zamanki jenerasyon orada kaldı, şimdi farklı bir jenerasyon var. Paralar çok büyüdü, inanılmaz meblağlar alıyor oyuncular. Buna rağmen olmuyor. Olmamasının en büyük nedeni kulüplerin iyi yönetilmemesi.

Daha sonraki dönemde Fenerbahçe Avrupa Ligi’nde yarı final oynadı, Beşiktaş geçen sezon çeyrek final oynadı. Galatasaray dışında bir takım finale çıksa ne hissedersiniz?
Beni mutlu eder açık söyleyeyim. Hangi takım olursa olsun. Çünkü Türkiye’yi temsil ediyoruz biz Avrupa kupalarında. Bir Galatasaraylı olarak, taraftar olarak, oyuncu olarak, burada başlayıp burada bitiren bir oyuncu olarak hala 17 sene önceyi konuşuyoruz biz. Bu kadar büyüyen bir ülkede, tesis olarak, parasal anlamda, maalesef final yok, bırakın kupayı.

Son sorum da Galatasaray olacak. Futbola burada başladınız, burada veda ettiniz; başka takım forması giymediniz. Galatasaray sizin için ne ifade ediyor?

Her şey. Benim ailem. Ben 11 yaşında burada başladım. Şu gördüğünüz alanda hiçbir şey yoktu. Bu tesiste çalıştım, işçilik de yaptım, ağaç da diktim. Her şeyi yaptım burada. Çok değerli hocalarım vardı, onlar bize çok büyük değer kattı, çok şeyler öğretti bize. Burası benim evim gibidir. Benim çocuklarım da burada büyüdü. Onları da burada yürüttüm, beraber yattım çocuğumla burada. Çok farklı bir yerdir. Söylememe gerek yok: Galatasaraylıyım.

Goal
 
Röportaj güzel, fotoğraflar güzel. Kaptan Bülent'in teknik direktörlüğünü ve yorumculuğu vasat ama büyük efsaneydi, ondan sonra kendi gibi hırslı bayrak adam olacak bir kaptan bulamadık.​
 
Kaptanı çok severim ama Bein sports'taki tavırlarını beğenmiyorum. Tümer, Tuncay, Rüştü, Metin Tekin, Önder Özen vs. gerekli gereksiz aleyhimize konuşanları sürekli onaylıyor.
 
Futbolculuğun için teşekkür ederiz kaptan.

TD olarak Hamburg maçında sıçmasan oraya bir UEFA kupası daha yazılmasını rica etmiş olabilirdik.
 
Üst Alt