civelek taburu | GSCimbom - En İyi Galatasaray Taraftar Portalı ve Forumu

civelek taburu


Osmanlı ordusunda eşcinseller yeniçerilere hizmet eden "civelek" olarak tanımlanmış, savaşlarda ihtiyacı karşılamak üzere civelekler taburu oluşturulmuştu. civelek taburunda yer alan askerlerin her birini bir yeniçeri sahiplenmiştir.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
ne sacma konu ? sonuc ne arkadasim ? ne istiyorsun

salatalik-8852.jpg


?
 
Sayin, Abdullah Tastan bey eger sesimi duyuyorsaniz bu alcak, gscimbomu kalteli imajini mahveden konuyu geldigi yere kitli bir sekilde geri gondermenizi istemekteyim.

Amaciniz ney arkadaslarr hic mi web tasarlama gormediniz he? Actiginiz her konu googleda tag cuvalina atiliyor.

Gsyi seven kucuk kizlarin muslera fotografi gormek icin googlela arama yaptiginda binlerce sayfa search edilecek..

Uste milliyet alta gsc cikacak ama gscnin altindaki ornek konuda yeniceri gay miydi yahhu yazan basligi goren kiz milliyete dusecek.

Ayip imaji mahvetmeye kimsenin hakki yok shen midir ajan midir nedir kimse senin cinsel tercihini bilmek zorunda degil kendine gelll
 
ali karsiz

asiri derecede homofobin var dostum. Sakinles biraz..
Yeniceriler gay miydi degil miydi diyen yok. Yenicerilerde varligi zaten tarihciler tarafindan kabul edilmis bir taburdur civelekler taburu..
 
Son düzenleme:
Bilmiyordum böyle birşey olduğunu, açıkçası ilgimi çeken bir konu da değil, konuyla ilintili sayılabilecek murat bardakçı'nın çarpıcı eski bir yazısını okudum da şaşırdım açıkçası.

Hürriyet - ’Gay’ler eskiden esnaftan sayılır ve padişahın huzurunda yapılan resmigeçitlere bile katılırlardı

Yalnız bir düzeltme yapmakta fayda var, civelek'ler yeniçeri değilmiş, başlıkta yeniçeri yazıyor, düzeltmeni rica ediyorum.

Tabur askeri birlik olduguna gore asker diye sifatlandirilmalari gerekir. Ama yeniceri askeri olmayabilirler. Yeniceriler bunlarin kocalari :D
 
Devşirmeler son olarak yapılan elemeden sonra zeka testine tabi tutulurlar ve nitelikleri yüksek olanlar, saray ve saltanat hizmetine alınır; bir kısmı da yeniçeri ocaklarına asker olarak alınırdı.

Kapıkulu ordusunun en kalabalık grubunu oluşturan yeniçeriler, padişahın merkezi otoritesinin temelini teşkil etmişlerdir. Yeniçeri sayesinde padişah, uç beylerinin nüfuz ve otoritesini dengelemiştir. Ayrıca Avrupa’nın ilk daimi ordusu da yeniçerilerdir.

Yeniçeriler asıl olarak fetih yada "cihat" amacıyla değil, bir iç iktidar gücü olarak tasarlanmıştır. Osmanlı ordusunun seferlerdeki toplam asker sayısı içinde yeniçeriler hemen her zaman bir azınlık oluşturmuşlar, savaşlarda ise ordu çok baskı altında kalmadıkça cepheye sürülmemişler yada düşman öldürücü son bir darbeyle düşecek duruma geldiği zaman sürülmüşlerdir. Öte yandan içerideki ayaklanmaların bastırılmasında yeniçeriler hep asıl rolü oynamışlar ve devlet bu durumlarda onlardan başkasına nadiren güvenmiştir.
[h=2]Yeniçeri Kıyafet ve Silahları[/h]Yeniçeri ocağının komutanına Yeniçeri Ağası denirdi. Yeniçeri taburlarına orta denirdi. Yılda bir elbise ve üç ayda bir yevmiye hesabı üzerinden ulufe denen maaş alan yeniçeriler, kapıkulu ordusunun en itibarlı birlikleri arasında idi. Padişahın kendiside bir numaralı yeniçeri idi. Kendilerini Ali Osman tahtında oturan padişahın kulları bildiler ve kulluk ile övündüler.

16.asır ortalarına kadar geçici hadiseler istisnai olmak üzere yeniçeriler arasına I. Murat zamanında konmuş olan itaat-ı mutlaka usulü sayesinde disiplin bozulmamıştı. Ayrıca Kanuni’ye kadar padişahların ordularının başında bulunmaları ve en ufak yolsuzluklarına bile göz yummamaları yeniçeri ocağını devrin en modern, düzenli ordusu olarak gösteriyordu.

İstanbul’daki isyanların tamamı kapıkulu ordusu tarafından çıkarılmıştır. Bu isyanların sebebi devlet adamları arasındaki iktidar mücadeleleri ile ekonomik ve mali sebeplerden kaynaklanıyordu. Yeniçerilerin ilk isyanları Fatih zamanına kadar uzanır. Bu isyanın sebebi padişah ile veziriazam arasındaki mücadelesiydi. Fakat genç padişah, bu isyanı bastırdığı gibi, Çandarlı Halil Paşayı bertaraf ettikten sonra kapıkulu ordusunu devleti genişletmek ve merkezileştirmek için müessir bir şekilde kullandı. 15 ve 16.yüzyılda umumiyetle dirayetli padişahlar iş başına geldikleri için yeniçeriler isyan edememişlerdir.
[h=2]Yeniçeri Ocağının Bozulması[/h]Yeniçeri ocağının çözülmeye başlaması ise III. Murat döneminde başlar. Bu dönemde yeniçeriler arasında evlilerin sayısının arttığı, kışlalarında yatmak yerine evlerinde yattıkları ve askerlik dışı işlerle (ticaret ve esnaflık gibi) uğraştıkları görülmektedir. III. Murat zamanında, akçanın değerinin düşürülmesi üzerine, düşük ayarlı akça ile ulufe almak istemeyen kapıkulu askerleri isyan ettiler ve defterdar ile veziriazamın kellesini istediler. Ayaklanmayı bastırmak için istekleri yerine getirildi. Bundan sonra yeniçeriler, 17.yüzyıl boyunca veziriazamlığa ve hatta padişahlığa istediklerini getirmeye başladılar. Saraydaki çeşitli gruplar arasındaki iktidar mücadelesine alet oldular. Ayrıca III. Murat ocak kanununa zıt olarak dışarıdan bir takım sanatkarlarında yeniçerilerin arasına girmesine izin verdi. Böylece yeniçeri ocağının çevresi türlü sanat erbabının dükkanları ile doldu. Bu dönemde ocağa para ile yabancılarda girmeye başlamışlardı. Ocağa girebilmek için belirli bir süreyi geçirmeden alınan bu yabancılar, ocaktaki askerleri yavaş yavaş kendilerine uydurup, serkeşliğe sevk ediyorlardı. Herhangi bir sebeple ocaktan çıkarılanlarında sonradan ocağa alınmaları da yeniçerilerin kanunlarına vurulmuş olan önemli bir darbeydi. Kanuni’den sonra padişahların istirahatı sefer zorluğuna tercih etmeleri başkumandanlarını başlarında görmeyen askere ağır geliyordu. Padişahı zorla sefere götüren yeniçeriler ise eski disiplinli yeniçeri ordusu değildi.

Yeniçerilerin çıkardıkları isyanların en korkuncu II. Osman zamanında çıkmıştır. Genç Osman yeniçerilerin Lehistan seferindeki gayretsizliği üzerine Yeniçeri ocağını kaldırarak düzenli bir ordu kurmak ve devlete çeki düzen vermek niyetindeydi. Fakat fikirlerinin duyulması üzerine yeniçeriler isyan ettiler ve bu isyan Genç Osman’ın ölümüyle sonuçlandı. IV. Murat ve IV. Mehmet zamanında da yeniçerilerin isyanlarına tanık olmaktayız.

I. Mahmut zamanında esame denilen maaş kağıtlarının alınıp satılmasına izin verilmesiyle yanlış bir dönem başlamış oldu. Bu durum esnafın açıkgöz ve hali vakti yerinde olanlarının işine yaradı ve esame maaş olmaktan çıktı. Yeniçerilik ise artık askerlik değil; ulufe sahipliği demekti ve yeniçerilik yoksul halk tabakasının bir geçim kaynağı idi.

Yeniçeri ocağına mensup askerlerin bir çoğunun sefere gitmeyip kadıasker, vezir ve devlet görevlilerinin hizmetlerinde bulunup efendilerinin iltimasları sonucu bu askerlerin yevmiyelerine zam yapılması himayesiz olup düşman karşısında siperlerde hizmet eden yeniçerilerin gayretini kırıyordu.

Bu asker azlığı yani ismen mevcut, cismen namevcut askerin azlığı seferlerde yeniden yeniçeri yazmayı gerektiriyordu. Hazine bu yük karşısında maaşları düzenli olarak veremiyor ve gittikçe artan mali bunalımın önüne geçilemiyordu. Yolsuzlukların önüne geçilmek istendiği zaman esame alım satımıyla meşgul olup menfaatlerine zarar gelecek kişilerin tahrikleri kanlı olaylara neden oluyordu. 16.asırın son yarısında düzenli olarak ulufe verilmemesinden dolayı yeniçerilerin esnaflıkla meşgul oldukları görülmekteydi.

1560 yılından sonra İstanbul dışında, sancaklarda da yeniçeri garnizonları kuruldu. Böylece kapıkulu ordusunun nüfuz ve tesiri Anadolu’ya da yayılmış oldu. Dolayısıyla yeniçeriler eyaletlerde merkezi otoritenin ve asayişin sağlanmasında mühim bir fonksiyon ifa etti. Öte yandan yeniçeriler başkentte iktidarı tayin eden en başta gelen unsurdu. Fatih’in ölümünden sonra II. Beyazıt, I.Selim’in ve Yavuz’un tahta çıkmasını sağlamışlardır. Her saltanat değişikliğinde yeniçerilere dağıtılan cülus bahşişi de zamanla yozlaştı ve padişahlarla yeniçeriler arasında adeta bir pazarlık konusu haline geldi. Vergi toplamak ve devlet işlerini yürütmek gibi görevlerle de uğraşmaya ve vergiden muaf oldukları için de ticarete başlamışlardı. Zamanla eyaletlerdeki gelir kaynaklarına da el attılar ve iltizam işleri ile uğraştılar. 17.yüzyılda taşradaki yeniçerilerin zulmünden bıkan halk onlara karşı yer yer isyan etti. Böylece devletin kuruluşu ve gelişmesinde büyük rolü olan kul sistemi zamanla yozlaştı ve devlete hakim olmaya başladı.

17.yüzyıldan itibaren ocağın kanunnamelerinin bir tarafa bırakılıp yerlerine yeni geleneklerin alması yeniçeri ocağını devletin temel dayanağı olmaktan çıkarmıştı. Ocak devlet içindir prensibinin yerini devlet ocak içindir prensibi almıştı. Bundan dolayı da yeniçerilerin desteği alınmadan hiçbir konuda değişiklik yapabilme imkanı kalmamıştı. Ayrıca yeniçerilerin değişiklik yapmak isteyen devlet adamları ve padişahları görevlerinden etmeleri yada onları öldürmeleri ve ya istedikleri her şeyi çıkardıkları isyanlar sonucu devlete kabul ettirmeleri yeniçerilerin devlet yönetiminde ne derece etkili olduğunu göstermektedir.

İstanbul’da zaman zaman meydana gelen isyan hareketlerinde başlıca kuvvet olan yeniçerilerin savaşlarda gösterdikleri korkaklık, itaatsizlik ve gevşeklik ocağın kaldırılmasına kadar devam etmiştir.

Yalnız savaş zamanlarında toplanan bir asker haline gelen yeniçeriler, barış zamanında ise memleketin başına bela oluyorlardı. Artık devlet ocak için değil, adeta ocak devlet için anlayışı hakimdi.

Devşirmeci döneminde saraya bağlı ve kökenleri itibarı ile batıya ve batılılaşmaya yatkın olan yeniçeri ocağı 17.yüzyıldan itibaren devşirmeci sistemin terk edilmesi ile birlikte yerel halkla bütünleşip, sarata karşı ulemanın yanında yer alarak ve genel olarak batı karşıtı, tutucu ve yeniliği reddeden bir örgüt haline geldi. Tüm bunlara rağmen Osmanlı memleketlerine, devlet yönetimine dal budak sarmış olan yeniçeri ocağının düzeltilmesine kimse cesaret edemiyor, yarım yamalak bir takım uygulama, ferman ve emirlerle iş görülecek sanılıyordu. Bir devlette reform yapmak, var olan düzeni değiştirip yerine yenisinin getirmek çok zor bir işti. Bundan dolayıdır ki; reform yapmak isteyen padişahların bu uğurda canlarını kaybettiğini görüyoruz.

[h=2]III.SELİM VE II.MAHMUTUN REFORM POLİTİKALARI[/h]Osmanlı İmparatorluğu , Kanuni Sultan Süleyman’ın son yıllarından itibaren çökme devrine girmişti. Kanuni’den sonra gelen pek çok padişah ve devlet adamı devleti bu durumdan kurtarmak için çaba sarf ettiler. (Genç Osman, IV. Murat, ve Köprülü ailesi gibi) Ancak yapılan ıslahatlarda batı medeniyetinin tesiri yoktu. Islahat yapanların bir tek gayesi vardı: bozulan düzeni kuvvete dayanarak yeniden kurmak. Bu çalışmalar ıslahata giren kişilerin gösterdikleri şiddete derecesinde başarılı olmuş ve onların mukadderine bağlı kalmıştı. Nitekim ıslahatçılar öldükten sonra imparatorluk yeniden ıslaha gerekli duruma gelmişti.

Padişah III. Selim tahta çıktığı zaman birtakım ıslahat girişimlerin de bulunmuştur. Bu amacını gerçekleştirmek içinde devlet adamlarından ıslahata yönelik raporlar istemiştir. Bu raporlarda dikkati çeken ilk konu orduyla ilgili olan ıslahat fikirleri idi. Bu raporları dikkate alan III. Selim Avrupa usulünde bir ordu hazırlamaya başlamış, bu ordunun adına da Nizam-ı Cedit denmiştir. III. Selim’in yaptığı bu reform her bir yeniliğe karşı çıkan, devlete her konuda istediklerini yaptıran yeniçerilerin hiç hoşuna gitmemiş ve yeniçerilerin isyanı sonucu Nizam-ı Cedit ortadan kaldırılmış ve bu isyan III. Selim’in ölümüyle sonuçlanmıştır.

19. yüzyılın ilk yıllarında III. Selim’in Nizam-ı Cedit adıyla yapmak istediği ıslahat pek önemli idi. Şu halde II. Mahmut düzenine gelinceye kadar Osmanlı İmparatorluğu , Batı dünyasının tesirlerine kapılarını dereceli bir şekilde açmıştı. Bununla beraber Batı düşüncelerini benimseyenlerin sayısı çok azdı. Ulema sınıfı, devlet adamları ve asker ocakları, Batıdan gelen yeniliklere karşı düşmanlıklarını açıkça belli ediyorlardı. Halka gelince, menfaatını tartamayacak kadar cahil olduğundan, bazen lakayit, bazen de yenilik düşmanlarına taraf idi. Bu sebeple II. Mahmut düzeni büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Bu zorlukları yenmek için padişah kuvvet kullanmak zorunda kalmıştır. II. Mahmut tarafından yapılan yeni düzen, padişah ile halk arasında yeni münasebetler kurmak gibi bir maksatla yapılmadı. Padişah devletin sarsılan otoritesini yeni tedbirler ve yeni kurallarla kuvvetlendirmek istedi. Fakat devletin dayandığı temeller önceki padişahlar döneminde nasılsa öyle kaldı. Batının kuralları ve kurumları padişah otoritesinin kesin ve tartışmasız yürütülmesine yardım eder düşüncesiyle alındı. II. Mahmut düzen çalışmalarında Batı düşüncesinin kendisi kadar açık gönül ile kabul etmiş yardımcılar bulamadığı için, ortaya bir ıslahat ekibi çıkaramadı. Padişahın düzen işlerini kendilerine emanet ettiği kimselerin çoğu muhafazacı idi. Sadrazam Hüsrev Paşa bunlardan biri idi. Hüsrev Paşa sadrazamlığı elden kaçırmamak için padişaha ıslahatçı görünmekte; fakat gerçekte Batılı düşüncelere düşman bulunmakta idi.

III. Selim’in öldürülmesinden sonra Alemdar Mustafa Paşa ve destekleyicileri amaçlarını gerçekleştirmek için tahta III. Selim’in amca oğlu II. Mahmut’u geçirmişlerdir. Selim’le birlikte sarayda kapalı kalmış bulunan şehzade Mahmut’un da onun reformcu fikirlerini büyük ölçüde paylaştığı biliniyordu. Sultan II. Mahmut, III. Selim’den daha başarılı ve güçlü bir reformcu olduğunu zamanla ortaya koydu ve III. Selim’in hatalarından ders çıkararak kendi reformlarına yön veren ilkeleri saptadı.

II. Mahmut’un reform hareketlerinin başarılı olabilmesi için reformların askeri alanda yapılan ıslahatlarla sınırlı kalmaması, tüm Osmanlı kurumlarını ve toplumunu kapsaması gerektiğini düşünüyordu. Reforma uğrayan kurumların düzenli bir şekilde çalışabilmesi ve eski kurumların bu işlerliği bozmaması için yerlerine geçtikleri kurumların ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyordu. İşlerliğe başlanılmadan önce ise reformlar çok dikkatle planlanmalı ve gerekli destek sağlanmalıydı.

Reformlarında batı teknik ve kültürüne yönelme yolunu tutan II. Mahmut İslamlık Zihniyeti ile batılı düşünceyi bağdaştırma güçlüğü yüzünden özden çok, şekle önem verdi. Böyle olduğu için de düzeni, kendi yapısında yetersizdi. II. Mahmut’un ölümünden sonra Abdülmecid devrinde Tanzimat adıyla bir seri yenilik hareketlerine girişilmesi bunu açıkça ortaya koymaktadır. Islahatlarının bazı eksik ve olumsuz yanları olmasına rağmen II. Mahmut İzlediği reform politikası sayesinde, imparatorluğu yeni bir yapılanma süreci içerisine sokmuş ve imparatorluğu çağı geçmiş uygulamalardan ve kurumlardan arındırmayı başarmıştır.

[h=2]YENİÇERİ İSYANI VE VAKA-İ HAYRİYE[/h]II. Mahmut ilk olarak orduyu düzene koymak istedi. Bu istek normaldi. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu nun diş ve iç güvenliği sarsılmış bulunuyordu. 1768’den beri türlü devletlerle yapılan savaşlarda Osmanlı orduları arkası gelmeyen yenilgilere uğramış ve büyük toprak parçalarının düşman eline geçmesine engel olamamışlardı. Bundan başka, iç isyanları bastırmak hususunda acizleri de görülmüştü. İstanbul da yeniçerilerin türlü vesilelerle isyan çıkarıp hükümetin işlerine karışmaları da göz önünde tutulunca, askerlik alanında yeni bir düzen kurmanın doğrudan doğruya imparatorluğun mukadderi ile ilgili büyük ölçüde bir hareket olduğu anlaşılır.

Askerlik alanında ilk düzen çalışmaları II. Mahmut döneminin ilk yıllarında başlar ve Bayraktar Mustafa Paşa, III. Selim’in Nizam-ı Cedit’ine benzer bir Sekban-ı Cedit ocağı kurar. Bu ocağa tuğ, davul ve sancak verilerek bağımsız duruma getirilir. Bundan başka, yeniçeri ocağının düzenlenmesine de girişildi. Bu düzen için temel olarak Sultan Kanuni Süleyman kanunnameleri kabul edildi. Buna göre, fiilen askerlik yapmayan kimselerin ellerindeki yeniçerilik kağıtları (esame) alınacaktı. Yeniçeri esamesini muhafaza etmek isteyen yeniçeri ortalarına bağlı delikanlılar, Sekban-ı Cedit ve yahut kalyoncu ocaklarında askerliği öğrenecekler ve sonra sanatları ile uğraşabileceklerdi. Bayraktar’ın bu düzeni, yeniçerileri kuşkulandırdı ve memnunsuzluklarını dile getirmeye başladılar. Padişah, Bayraktar’ın bağımsız bir şekilde çalışmasından rahatsızlık duyduğu için yeniçerilerin bu hareketlerine göz yummuştur. Bayraktar’ın askerlik alanındaki düzeni, yeniçerilerin ayaklanması ve Bayraktar’ın öldürülmesi ile sona erdi.

Devletin kurumlarının düzene sokulması için büyük çaba harcayan II. Mahmut, radikal bir askeri reformun uygulanması konusunda kesin kararı 1825 yılında Mısır kuvvetlerinin Mora isyanını bastırmadaki rolü verdirir. İbrahim Paşanın talim görmüş askerinin bu başarısı, Sulatan Mahmut’un modern bir ordu kurmak tasarısının derhal gerçekleştirmesine amil oldu. Bu tasarıyı gerçekleştiremezse tahtını, hatta hayatını kaybetmesi işten bile değildi ama devletin bakası da bu meseledeki başarıya bağlı bulunuyordu. Yunan ihtilali ile başa çıkamayan bir askerin, her an yeniden patlaması muhtemel bir Rus savaşında ne yapabileceği, artık yalnız padişahı değil, bütün devlet erkanını ve bizzat yeniçeri generallerini düşündürür oldu. Yinede Sultan II. Mahmut yeniçeri ocağını kaldırmaktan çekiniyordu ve bu fikrini gerçekleştirmek için on sekiz yıl beklemiştir. Yeniçerileri ayan ordularına güvenerek değil, kendi kuracağı orduyla kaldırmayı düşlediği açıktı. Kapıkulu ocakları için hanedanın hiçbir kutsallığı kalmamıştı. Bu hükümdar ve de devlet ricali için kesin kararlar almalarını gerektiren bir ihtardı. II. Mahmut ilk anda kapıkulu askerine taviz vermiş görünüyordu ve yeni kurulan modern askeri birlikleri (Sekban-ı Cedit) lağvetti. On sekiz sene sonra yeniçeri ocağını ortadan kaldırmak için ulemanın ve İstanbul halkının desteğini elde edeceği uygun bir zamanı bekleyecektir.

Sekban-ı Cedit’in lağvedilmesinden sonra, yeniçeriler zorbalıklarını artırmışlardır. Kadın ve erkeklere sarkıntılık, birbirleriyle kavga, odaları arasında savaş, tüccar, esnaf ve amele kesime bağlama ve ye kazançlarına ortak olma, tüccar gemilerine balta asma gibi hareketlerine harpten kaçma, ağalarını öldürme, reayaya her türlü zulüm ve işkence yapma gibi zorbalıklar ekleniyordu. Devlete ve millete olmadık hainlikler yapan ve ancak kendi çıkarını düşünen bu kanun bilmez, hiçbir kanun tanımayan çeteleşmiş ocağın akıbeti üzerinde durmak sırası gelmişti. Halk, artık kendilerinden yaka silkmeye başlamıştı. Başta padişah olmak üzere devlet adamları, Yunan isyanlarındaki başarısızlıklarını görerek, bundan böyle imparatorluğun geleceği için kendilerine güvenilmeyeceğini anlamış bulunuyorlardı. Padişahın emri üzerine, devletin ileri gelenleri, uzun süren gelişmelerden sonra, Eşkinci adıyla talimli bir asker sınıfının kurulmasını kararlaştırdılar. Yeniçerilerin bu sınıfa karşı gelmeleri ihtimali vardı. Eskiden yeniçeri ağalığında bulunan, Boğazlar muhafızı ağa Hüseyin Paşanın tavsiyesi üzerine ocağın belli başlı şeflerinin para karşılığında Eşkinci sınıfı için eğilimleri sağlandı. 25 Mayıs 1826’da Şeyhülislamın evinde Sadrazam Mehmet Selim Paşa, Rumeli Kazaskeri, İstanbul müftüsü, sadaret Kethüdası, defterdar, darphane nazırı, Tophane nazırı, Yeniçeri ağası ve ocağın ileri gelenleri toplanarak imparatorluğun iç ve dış durumunu gözden geçirdikten sonra, talimli asker yetiştirilmesi yolunda fikir birliğine vardılar. Ulema fetva verdi. Yeniçeri ocağının dışında kurulan Eşkinci ocağı, Nizam-ı Cedid veya Sekban-ı Cedit gibi bağımsız bir kuruldu. Birkaç gün içinde bu kurula beş yüz kişi kayıt oldu. Talimler 12 Haziran 1826’da başladı.

Aynı gün İstanbul kahvelerinde talimlere karşı bir küfür propagandası başladı. Ulemanın fetvalarına rağmen yapılan iş, kafirleri taklit şeklinde sayıldı. Nizam-ı Cedid’in tekrar kurulmakta olduğu, yeniçeri ocağının kaldırılacağı sözleri çıkarıldı. Takriben bir ay sonra yeniçeriler kazanlarını Etmeydanı’na çıkardılar (15 Haziran 1826). Saraya ve yeni düzene karşı klasik ihtilal bir kez daha başlamış oldu. Asilerin taktiği, eski taktik idi. Münadiler çıkardılar. Bunlar, mahalle mahalle dolaşarak, sadrazamın, yeniçeri ağasının, Ağa Hüseyin Paşanın öldürüldüğünü ilan ve halkı Etmeydanı’na davet ettiler. Sucular, hamallar ve serseriler, her vakit olduğu gibi, kazanların etrafında ikinci bir halkayı kurmaya koşuştular. Yağma ve korkutma hareketleri derhal başladı. Sadrazam konağı ve Mısır paşası kethüdasının köşkü derhal yağma edilmiştir. Talim için fetva vermiş olan ulemaya tehditler ve hakaretler yağdırıldı.

Bu esnada sadrazam ve şeyhülislam ve diğer devlet adamları saraya koştular. II. Mahmut Topkapı Sarayına gelmiş, sadrazam, topçu, kumbaracı, arabacı ve tersane ocaklarına; şeyhülislam ise müderrislere, şeyhlere ve talebe-i ulemaya saraya gelmeleri için haber yollamışlardır.

Bütün bunlardan sonra peygamber sancağı padişah tarafından Hırka-i Şerif’den çıkartılarak Sultan Ahmet Cami-i Şerifi minberine konmak üzere şeyhülislama teslim edilmiştir. Bu büyük olay, münadilerle İstanbul’un dört bir tarafına yayınlandı. İslam olanlar Hırka-i Şerif’in altına davet edildi. Tüm İstanbul halkı Hırka-i Şerif’in altına koştu.

Bu toplanma olayı, halkta yeniçerilere karşı sönmez bir kin yaratmaya başlamıştı. Başkentte her türlü zorbalığı yapan bu kanun tanımaz çete, III. Selim’in ölümüne neden olmuş, Rus ve Yunan harbinde gösterdikleri başarısızlık devleti zor bir duruma sokmuştu. Topkapı’da toplanan devlete sadık asker ocakları ile halk ve devlet adamları, başta sancağ-ı şerif olduğu halde, tekbirlerle ve tehlillerle Sultan Ahmet Camiine geldiler. Burada asilere karşı yürüyüş planları düzenlendi.

Yeniçeriler 1807 ve 1808 isyanlarında yaptıkları gibi saldırıya geçecekleri yerde savunmada kalmışlardır; çünkü bu yeniçerilerin ummadıkları büyük bir saldırıydı. Kendilerine teslim olmaları teklif edilmiş; fakat yeniçerilerin bu teklifi reddetmesi üzerine kışlaları kuşatılmış, kapıları top ateşiyle yakılmıştı. Topçular et meydanına başlarında Karacehennem İbrahim Ağa ile birlikte girmişlerdi. Yeniçeriler canlarını kurtarmak için kaçışmaya başlamışlardı. Bu kısa savaş yeniçeri isyanına son vermiştir. Yüzyıllarca Osmanlı İmparatorluğu nun şan ve şevketini sağlamış olan, fakat sonunda bir çete şekline girerek devleti çıkmaza sokan yeniçeri ocağı bu suretle hatalarının ve kabahatlarının ağırlığı altında birkaç saat içinde ezilmiş oldu. Yeniçerilerin perişan edildiği haberi her tarafta sevinç ile karşılandı. II. Mahmut bir Hatt-ı Hümayun yayınlayarak yeniçerilerin devlete ve millete yaptıkları kötülükleri saydı ve ocağın kaldırıldığını belirtti.

Bundan böyle yeniçeri kelimesi bile telaffuz edilmeyecek, yeniçeriler lehinde söz söylemeye cüret edenler ağır cezalara çarptırılacaktı. Bu tedbirler yeniçeri ocağının tekrar ortaya çıkma ihtimalini azaltıyordu.

Yeniçeri ocağının ilgası, bütün Avrupa’da derin akisler yaptı. Gazeteler bu haberi manşetten verdiler. Kitaplar ve risaleler yayınlandı. İstanbul’daki elçiler, hükümdarları namına Sultan Mahmut’a tebriklerini sundular. Vaka-i Hayriye diye anılan Yeniçeri ve diğer Kapıkulu Ocaklarının İlgası, Türkiye Tarihinin büyük dönüm noktalarından biri, hatta modern devrin gerçek başlangıcıdır. 1839 Tanzimat’ı, hatta Cumhuriyet, Vaka-i Hayriye’nin bir neticesi şeklinde telakki edilebilir.

Yeniçeri ocağının kaldırılması imparatorluğun buhranlı zamanına rastlamıştı. Yunan isyanı hareketleri sürüp gidiyordu. Bu durum, yeni bir ordunun süratle kurulmasını gerekli kılıyordu. Eşkinci ocağı da yeniçeri ocağının bir parçası olduğu için onunla birlikte yok edilmişti. Yeniçeri ocağının kaldırılmasında çalışan devlet adamları, Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla, Avrupa usulünde bir ordunun kurulmasını sağladılar. Bu ordu, Avrupa usulünde düzenlendi. Tümen, tabur ve bölük bölümlerine ayrıldı. II. Mahmut askerlik alanında yeni düzeni sağlam temellere dayandırmak için bir tıp okulu ve yüksek harp okulu kurdurdu ve de Avrupa memleketlerine harp sanatını öğrenmek için öğrenciler gönderdi.

Vakai Hayriye ile Sultanın eyalet özerkliğini sona erdirme kampanyası ile başlamış olan hazırlık çalışması tamamlandı. Sultanın iktidarını kısıtlayanlar ortadan kaldırıldı ve Sultanın iradesine meydan okuyabilecek hiçbir grup kalmadı. Osmanlı Devleti tarihinin büyük dönüm noktalarından biri olan bu olay ile, Osmanlı İmparatorluğu nun batılılaşma süreci hızlanmıştır. Vakai Hayriye ile ilk kez eski bir kurumu ortadan kaldıracak reform yapılmış ve yeni kurumların artık çağı geçmiş uygulamalarla kösteklenmesine izin verilmedi.

[h=2]YENİÇERİLERİN BEKTAŞİ TARİKATI İLE OLAN ALAKALARI[/h]Yeniçerilik’in sonradan Vaka-i Hayriye’de kader ortaklığı olacak Bektaşilikle, ne zaman iç içe girdiği, bu kaynaşmanın ne zaman olduğu tarihçilerimiz arasında sürekli ve muhtemelen de bitmeyecek bir tartışma konusudur. Osmanlı ülkelerinde yaşayan kültürlerden birinin etkisine kesinlikle girecek olan Yeniçerilik için, Bektaşilik çeşitli nedenlerle en çekici ve etkili seçenektir. Yeniçerilerin henüz kendi devşirme kökenlerini unutmadıkları, yeni gelen devşirmelerle sürekli yeniden hatırladıkları bu ilk ilişkiler döneminde, Bektaşiler, kökenleri olan hristiyanlığa, inançlarının yapısı gereği sevgi ve kardeşlikle yaklaşan, Hıristiyanlara gerek ulemanın ve gerekse Sünni tarikatların olduğundan daha fazla ilişkilere sahip bir tarikattı. Ayrıca Yeniçeriler uzun süren sefer ve savaşlarda oruç tutma, namaz kılma gibi günlük ortodoksi pratiklerinin uzağında kalmaya fazlasıyla alışıktırlar.

Yeniçerilik’i Bektaşiliğe yönelten asıl etmen; bir ayaklarıyla devlet içinde kalan ve daha uzun süre kalmaya devam edecek yeniçeriler, diğer ayaklarıyla da devlet dışı yaşamın içine hızla girmeye başlamışlar, yaşamlarını devletten maaş almanın dışındaki yollarla da kazanmayı öğrenmişler idi. Oysa Osmanlı toplumundaki tüm Sünni güçlerin devletin ayrılmaz bir parçası olan ilmiyye sınıfıyla yoğun ve güçlü ilişkileri vardır. Yeniçerilerin Sünniliğe yönelmesiyle, yeniçeriler ulemanın etki alanına girmiş ve ulemanın silahlı gücü haline gelmişlerdir. Yeniçerilerin giderek devletten kopma süreci, Bektaşilerle daha fazla bütünleşme ve ulemadan uzaklaşma sürecine dönüşmüştür.

Bir dizi kaynak yeniçeri Bektaşi ilişkilerini yeniçerilerin kuruluşuna kadar geri götürmektedir. Şevki Koca, Hacı Bektaşi Velinin, Sultan Orhan’la görüştüğünü, askerlere giriştikleri her savaşı kazanmaları için onlara kutsal kazan armağan etmiş, orduyu takdis ettikten sonra askerlere ak keçeden yapılmış börkleri ikiye katlayarak giydirmiştir ve yeni kurulan orduya, Yeniçeri adı, bizzat Hacı Bektaş tarafından verilmiştir. Yeniçeri sıfatı, yeni asker anlamına değil, Hacı Bektaş-i Velinin kol yeninden çıkan asker anlamına gelir. Yeniçeriler ocağında sürekli bir Bektaşi tarikatı görevlisi bulunmuş ve kararlarda son derece etkili olmuşlardır. Bektaşi babaları yeniçeri birliklerine vaizler olarak eşlik etmişlerdir.

Reha çamuroğlu ise bu iddialara karşılık olarak yeniçerilerin kurulduğu on dördüncü yüzyılda Anadolu’da Bektaşiliğin örgütlü bir ortam halinde olmadığını savunmaktadır. On dördüncü yüzyıl Anadolusunda heterodoks halk islamından, Kalenderilerden, Yesevi ve Haydarilerden bahsedilir. Bunlar Anadolu’da ve Rum Abdallarının içinde bulunuyorlardı. Fakat bu zümrelerden söz edilirken bir tarikat olarak Bektaşilerden söz edilmemektedir. Şeyh Bedrettin olayında dahi Bektaşiler bir tarikat olarak görülmemekte; fakat hemen bu dönemden sonra, Balım Sultanın çalışmalarıyla ortaya çıkmışlardır. Yeniçerilerle Bektaşilerin ilişkilerinden söz edilecekse bu tarihlerden sonra söz edilmelidir. Bu nedenle de yeniçerilerin on altıncı yüzyıldan başlayarak Bektaşileşme sürecine girmiş olabileceklerini; fakat bu özdeşleşmenin büyük ölçüde on sekizinci yüzyılla birlikte olduğunu ileri sürmektedir.

Yeniçeri Bektaşi kaynaşması tarihçilerin üzerinde durdukları bir konudur ve bu konuda bir hayli araştırma yapılması gereklidir. Tarihçiler, yeniçeri ve bektaşilerin ne zaman kaynaştıkları konusunda görüş ayrılığında olsalar bile, yeniçeri ve bektaşiler arasında bir ilişki olduğu konusunda hem fikirlerdi. Bu ödevi hazırlarken kullandığımız kaynakların hepsinde yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla birlikte ocağa manevi yakınlığı ile bilinen Bektaşi tarikatlarının da kaldırılmış olduğu dile getirilmiştir.
[h=2]Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı[/h]İlk kuruluşu zamanında sadece devşirmelerden ve iyi eğitim almış güçlü kuvvetli gençlerden oluşan ve Devletin kuruluşundan kısa bir süre sonra oluşturulan Yeniçeri Ocağı, 16. yüzyıldan sonra Padişaha veya Hanımsultana yakın bazı yetenekleri kısıtlı kimselerin ocağa alınmasından sonra bozulmaya yüz tutmuştu. Çünkü, eğitimsiz ve başıboş kimselerin ocağa girmeleriyle bu askerî teşkilat, doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin veya azlettiren, padişahları tahttan indiren veya tahta çıkaran bir kuvvet halini almıştı. Diğer taraftan Yeniçerilerin kendileri gibi Bektaşî olan Ahi esnaf ocaklarıyla iç içe olması ve Sultanın aldığı bazı ekonomik ve siyasi tedbirlere Ahi Esnaf Ocaklarıyla birlikte karşı durması Sultanın ve Ulemanın tepkisini çeker olmuştu. 16. yüzyılın sonlarından itibaren Padişahın sefere çıkmaması neticesinde ganimet geliri azalan Yeniçeriler, sakat ve yaşlı yoldaşlarına bakmak ve kendi hayatları ile savaşa gidenlerin ailelerinin geçimini ikame etmek için gelir elde etme çabasına girmişlerdir. Neticesinde; askerlikle ilgisi olmayan ticaret, kahvehane işletmeciliği, hamam işletmeciliği, kayıkçılık, depoculuk, odun ve yakacak işleri gibi sektörlere el atmışlardır. Yeniçerilerin; özellikle İstanbul’da bulunan Yeniçeri Ortaları mensuplarının ticaret hayatına atılması; Yeniçeri Ocağının bozulması gibi lanse edilse de; gerçek bundan farklıdır. Avrupalı imparatorlukların deniz ticareti ile birlikte sömürgeciliğe yönelmesi, ve savaşların uzayıp gitmesi, devletin mali sistemini bozmuştu. Anadolu ve Rumeli eyaletlerinde Ayan sınıfının ortaya çıkması ile, savaştan geri dönen veya savaşa katılmayan yerel beylerin sayısı artmış, Padişahın savaşa katılmaması neticesinde kendisine bağlı Kapıkulu Ocağı'nın da savaşa katılmayışı, savaş esnasında Osmanlı Ordusunun vurucu gücünü azaltmıştır. Yeniçeriler çeşitli nedenlerden dolayı; 17. ve 18. yüzyıllarda sık sık ayaklanmışlardır.

Yeniçeri Ocağı, Vaka-i Hayriye diye isimlendirilecek olan bir karar ve hareketle, 15 Haziran 1826'da Sultan II. Mahmud tarafından ortadan kaldırıldı. Ocağın kaldırılması olayı II. Mahmud'un tüm esnaf teşkilatını ve ordudaki çoğu birimi bu konuda ikna etmesiyle başlamıştır. Şeyhülislama bu konu hakkında fetva çıkarılmasıyla devam etmiştir. Bir günün sabahında II. Mahmud yeniçerileri son kez uyarmış ve bu uyarıya saygı göstermeyen yeniçeriler itiraz etmişlerdir. Bunun üzerine II. Mahmud topçulara ateş emri vererek yeniçeri ocağını büyük bir top ateşine maruz bırakmış ve hiçbir yeniçerinin kurtulmasına imkan vermemeye çalışmıştır. Kaçabilen yeniçeriler ise yakalandıkları yerde öldürülmüştür. Bu olaydan sonra, onların yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediyye (Hz. Muhammed'in Zafer Kazanmış orduları) adlı ordu kurulmuştur.

[h=2]BİBLİYOGRAFYA[/h]1.Akşin, Sina; Türkiye Tarihi 3 Osmanlı İmparatorluğu (1600-1908), İstanbul, 1997.
2.Berkes, Niyazi; Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara, 1975.
3.Cezzar, Mustafa; Resimli Tarih Mecmuası, "Yeniçeri İsyanları", 24. Sayı, İstanbul, 1952.
4.Çamuroğlu, Reha; Yeniçerilerin Bektaşiliği Ve Vakai Şerriye, Ant Yayınları, İstanbul, 1991.
5.Danişment, İsmail Hami; İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, 4. Cilt, İstanbul, 1961.
6.İlgürel, Mücteba; İslam Ansiklopedisi, "Yeniçeriler Maddesi", 3.Cilt, İstanbul, M.B.E., 1986.
7.Karal, Enver Ziya; Osmanlı Tarihi Nizam-ı Cedit ve Tanzimat Devirleri (1789-1856), T.T.K., Basımevi, 4.Cilt, 4.Baskı, Ankara, 1983.
8. Kocabaş, Sadi; Resimli Tarih Mecmuası, "Yeniçeri Ocağı Nasıl Kuruldu Ve Niçin Kaldırıldı?", Sayı 24, İstanbul, 1951.
9.Koca, Şevki; Bektaşi Kültür Argümanlarına Göre Yeniçeri Ocağı Ve Devşirmeler, Nazenin Yayıncılık, İstanbul, 2000.
10.Koçu, Reşat Ekrem; Yeniçeriler, İstanbul, 1964.
11.Lewis, Bernard; Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev: Metin Kıratlı, T.T.K., Yayınları, 4.Seri, Ankara, 1970.
12.Mutlu, Şamil; Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı ve II. Mahmut’un Edirne Seyahati, Mehmet Danış Bey Ve Eserleri, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1994.
13.Ortaylı, İlber; İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999.
14. Öztuna, Yılmaz; II. Mahmut, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1989.
15.Shaw, Stanford-Shaw, Ezel Kural; Osmanlı İmparatorluğu Ve Modern Türkiye, Çev: Mehmet Harmancı, 2.cilt, İstanbul, 1983.
16. Şırvanlı Fatih Efendi; Bir Görgü Tanığının Kalemiyle Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı, (İnceleme-Tahlil-Metin), Haz: Mehmet Ali Beyhan, İstanbul, 2001.
17.Uzunçarşılı, İsmail Hakkı; Osmanlı Devleti Teşkilatında Kapıkulu Ocakları I, T.T.K., Yayınları, Ankara, 1984.

[h=2]KAYNAKÇA[/h]Reşat Ekrem Koçu, Yeniçeriler, İstanbul, 1964, s. 9.
Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Kardelen Kitabevi, Genişletilmiş 2. Baskı, 1998, s. 44-47.
Mehmet Ali Ünal, a.g.e., s.44-45.Ayrıca bakınız; Şevki Koca, Bektaşi Kültür Argümanlarına Göre Yeniçeri Ocağı ve Devşirmeler, Nazenin Yayıncılık, İstanbul, 2000, s. 39.
Mehmet Ali Ünal, a.g.e. s.45. Ayrıca bknz; Şevki Koca, a.g.e. ,s. 40.
Mehmet Ali Ünal, a.g.e., s. 47.
Reha Çamuroğlu, Yeniçerilerin Bektaşiliği ve Vaka-i Şerriye, Ant Yayınları, İstanbul, 1991, s. 41.
Mehmet Ali Ünal, a.g.e. ,s. 48. Ayrıca bknz: Reşat Ekrem Koçu, a.g.e. ,s. 7.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatında Kapıkulu Ocakları I, T.T.K., Yayınları, Ankara, 1984, s. 477.
Mehmet Ali Ünal, a.g.e., s. 49-50.
Mustafa Cezzar, "Yeniçeri İsyanları", Resimli Tarih Mecmuası, 25.Sayı, İstanbul, 1952, s.1622.
Mehmet Ali Ünal, a.g.e., s. 50
Şevki Koca, a.g.e., s. 73-74. Ayrıca Bknz: Reha Çamuroğlu, a.g.e., s. 29.
Mehmet Ali Ünal, a.g.e., s. 51.
Uzunçarşılı, a.g.e., s. 477-478-482-484.
Uzunçarşılı, a.g.e., s. 493.
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara, 1975, s. 105.
Ünal, a.g.e., s. 48-50.
Mücteba İlgürel, "Yeniçeriler Maddesi", İslam Ansiklopedisi, 3.Cilt, İstanbul, M.B.E., 1986, s. 389-390.
Uzunçarşılı, a.g.e., s. 499.
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi Nizam-ı Cedid Ve Tanzimat Devirleri (1789-1856), T.T.K., Basımevi, 4. Cilt, 4. Baskı, Ankara, 1983, s. 55.
Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 143-144.
Sadi Kocabaş, "Yeniçeri Ocağı Nasıl Kuruldu Ve Niçin Kaldırıldı?", Resimli Tarih Mecmuası, Sayı 24, İstanbul, 1951, s. 1165
Sina Akşin, Türkiye Tarihi 3 Osmanlı İmparatorluğu (1600-1908), İstanbul, 1997, s. 93.
Enver Ziya Karal, a.g.e.,s. 144. Ayrıca Bknz: Standford Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu Ve Modern Türkiye, Çev: Mehmet Harmancı, 2.Cilt, İstanbul, 1983, s. 45.
Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 144. Ayrıca Bknz: Bernard Lewıs, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev: Metin Kıratlı, T.T.K., Yayınları, 4. Seri, Ankara, 1970, s. 80.
Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 145.
Standford Shaw-Ezel Kural Shaw, a.g.e., s. 25.
Yılmaz Öztuna, II. Mahmut, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1989, s. 67-68.
İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 35-37.
Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 146.
Şamil Mutlu, Mehmet Danış Bey Ve Eserleri, Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı Ve II. Mahmut’un Edirne Seyahati, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1994, s. 20. Ayrıca Bknz: Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 147.
Şamil Mutlu, a.g.e., s. 21. Ayrıca Bknz: Karal, a.g.e., s. 147. Ayrıca Bknz: Şırvanlı Fatih Efendi, Bir Görgü Tanığının Kalemiyle Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı, (İnceleme- Tahlil- Metin), Haz: Mehmet Ali Beyhan, Kitabevi, İstanbul, 2001, s. XXVII.
Şamil Mutlu, a.g.e., s. 22. Ayrıca Bknz: Karal, a.g.e., s. 148. Ayrıca Bknz: Şırvanlı Fatih Efendi, a.g.e., s. XXVII.
Karal, a.g.e., s. 148-149.
Karal, a.g.e., s. 149.
İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, 4. Cilt, İstanbul, 1961, s. 111.
Yılmaz Öztuna, a.g.e., s. 71.
Akşin, a.g.e., s. 109; Karal, a.g.e., s. 150-151.
Akşin, a.g.e., s. 108.
Danişmend, a.g.e., s. 111.
Lewis, a.g.e., s. 81.
Reha Çamuroğlu, a.g.e., s. 29-30
Çamuroğlu, a.g.e., s. 30-31.
Şevki Koca, a.g.e., s. 22-31
Çamuroğlu, a.g.e., s. 43-44.
Yeniçeri, (Osmanlı Türkçesi: يڭيچرى, Yeni asker) Osmanlı Devleti’nde askerî bir sınıftı. Kuruluşunu Orhan Gazi veya I. Murad dönemlerine dayandıran farklı görüşler bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarının genişlemesi ile, Hıristiyan çocukların 8-18 yaşlarında alınarak yetiştirilmesi (devşirme) ile oluşturulmaya başlanan Yeniçeri Ocağı, Padişah’a bağlı Kapıkulu Ocakları’nın piyade kısmının büyük kısmını oluşturmaktaydı. Kapıkulu ocaklarının en itibarlısı olan Yeniçeri Ocağı savaşlarda padişahın bulunduğu merkez kolunda bulunur, savaş esnasında padişah onların arkasında ve ortasında at üzerinde dururdu. Sefere gidişlerde ve konaklarda yeniçeriler padişahın etrafında bulunup onu muhafaza ederlerdi. Yeniçeriler barış zamanında İstanbul’u korurlardı. Ayrıca devletin farklı bölgelerinde konumlanmış yeniçeri birlikleri de vardı.
17. yy’dan itibaren Müslümanlardan da Acemi Ocağı’na alım yapılmaya başlandı. Devletin ilk yüzyıllarında çok yararlı olan ve Türklerin Rumeliye yerleşmesinde etkili olan bu sistem, daha sonra bozulması ile değişik sorunları birlikte getirdi. Yeniçeri Ocağı II. Mahmud tarafından 1826’da kaldırıldı. Yeniçeri Ocağı, dünyadaki modern anlamdaki ilk Daimi ordudur.[SUP][1][/SUP][SUP][2][/SUP]
[h=2]Konu başlıkları[/h] [gizle]


[h=2]Kuruluş[değiştir | kaynağı değiştir][/h]Ana maddeler: Âhiler ve Bektaşîlik
Rivayete göre Orhan Gazi devşirme çocuklardan kurulu bir ordu kurduğu zaman Hacı Bektaş dergahına gelip yeni kuracağı yeniçeri ocağı için dua istemiştir. Dergahı ziyaret eden Orhan Gazi, orada bulunan pire, "Pir hazretleri, yeni kurduğum ocak için sizden hayır duası almaya geldim" diyerek, duasını istemiş Hacı Bektaş'taki Pir'de, elini çocuklardan birinin başına koyarak: "Bunların adı yeniçeri (yeni asker) olsun diyerek Cenabı Hak yüreklerini ak, pazularını kuvvetli, kılıçlarını keskin, oklarını tehlikeli, kendilerini daima galip buyursun diye dua eder. O yüzden yeniçeri ocaklarına Ocak-ı Bektaş-î-yân , kendilerine Taifei Bektaş-î-yân, Güruh Bektaşiye, Zümre-i Bektaşiye gibi isimler vermişlerdir. Ancak erken dönem Osmanlı tarihçileri Aşıkpaşazade, Neşri, Kemal, Oruç ve anonim tarihler yeniçeri teşkilatının, I. Murat tarafından 1361 yılında Edirne 'nin fethini takiben kurulmuş olduğu konusunda hemfikirdirler. Yeniçerilerin kanun ve kaidelerini içeren Kavanin-i Yeniçeriyan da bu görüşü benimser.
Edirne'nin 1361 yılında fethinden sonra Rumeli'nde gerçekleşen fetihler sonucu savaş esirleri büyük artış göstermişti. Gazilerden Sultan için esir başına beşte bir pencik (penc-i yek) alınmaya başlandı. Genelde her türlü ganimeti askerin elinde bırakmak cömertlik sayılırdı. I. Murat, Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nın arzı üzerine Gelibolu geçidinde Kara Rüstem'e pencik toplama yetkisi verdi. Pencik, her beş esirden biri yahut esir beş değilse değerinin beşte biri olarak toplanmaya başladı. Bu yenilik askerin hiç hoşuna gitmemiş ve bu uygulamadan kaçmak için esirleriyle Anadolu'ya başka yollardan geçmeye başlamışlardı. Bunun üzerine Evrenos Gazi'ye, pencik'in sınırda toplanması için emir gönderildi ve dini niteliği göstermek üzere tahsil işi için de bir kadı atandı. Çandarlı, devlet elinde toplanan çok sayıda pencik oğlanlarından sultan kapısında yeni bir asker, yeniçeri yapma fikrini buldu. Oğlanlar Bursa civarında Türk köylerine gönderildi ve Türkçeyi öğrenip İslamlaşmaları sağlandı. Sonra bunlar bir kışlada toplanıp sultanın emrinde bir yoldaş ordu, yeniçeri ordusunu oluşturdular. Kökenleri ne olursa olsun, Türk dilini ve İslam dinini öğrenmek üzere Anadolu köylerine gönderilen bu devşirme çocukların sünni-alevi İslam'dan ziyade halk inançlarına eğilim gösterdikleri kuşkusuzdur.
Şu gerçek bilinmelidir ki, Osmanlı kuruluş yıllarında koyu sunni düşünceye sahip bir yapıda değildi. Orhan Gazi'nin, dervişlerin konaklamaları, namaz, semah gibi ibadetlerini yerine getirmeleri için inşa ettirdiği imaret ve tabhaneli zaviyeler'in yanı sıra onun Babai dervişi Geyikli Baba ile ilişkileri bu izlenimi desteklemektedir. Hacı Bektaş-ı Veli, Osman Bey veya onun neslinden herhangi biriyle karşılaşacak kadar uzun yaşamamış olsa da Orhan Gazi'nin anne tarafından dedesi Osman Gazi'nin kayın pederi olan Şeyh Edebali'nin Hacı Bektaş ile birlikte Amasya'da yaşamış bir Vefai dervişi olan Baba İlyas'ın müridi olduğunu ve Edebali'nin de diğer müritler gibi Baba İlyas'ın yokluğunda Hacı Bektaş'a uyduğu bilinmektedir. Şeyh Edebali'nin kızını bilindiği üzere Osman Gazi ile evlendirmesi, Osman ocağı ile Hacı Bektaş arasındaki ilişki daha anlaşılır bir hale gelmektedir. Buna Edebali'nin yolculuk yapanlara hizmet veren bir misafirhaneye sahip Ahi şeyhi olduğu da eklenince, Osman Gazi'nin damadı olarak desteğini sağladığı Şeyh Edebali'nin Hacı Bektaş ile ilişkisi daha da önem kazanmaktadır. Bektaşilik, Hacı Bektaş ile çağdaş olup Kırşehir'de yaşayan Anadolu Ahiliğinin kurucusu sayılan Ahi Evren'in yakın ilişkileri sayesinde Anadolu Ahileri için çekim merkezi haline gelmişti. Ahilik icazeti verme yetkisine sahip derecede bir Ahi olan I. Murat, Hacı Bektaş tekke külliyesinin ilk anıtsal binası olan Meydan Evi'ni yaptırdıktan sonra yerleştirilen kitabede Melik kimliğinin yanı sıra Ahi kimliğini de kullanmıştır. Abdal Musa, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal gibi, öğretilerini benimsemiş ozan ve düşünürler sayesinde Hacı Bektaş, uç beyleri ve onlara bağlı reaya arasında giderek artan bir saygınlığa sahipti. Hacı Bektaş'ın Makâlât'ında, öğretileri bir savaşçı sınıfın ihtiyaç duyduğu şekilde şehitlik kavramını yüceltiyor ve İslamı kolay anlaşılır hale getirerek Hıristiyan doğmuş çocukların Müslümanlaştırılması sorunu için mükemmel bir cevap teşkil ediyordu. Muharebe esnasında gelecek fiziksel ölüm, onları müşahade, yani dört kapı kırk makam'ı olan yolun son aşamasına ulaştırıyor, şehitleri peygamberlerden daha ileri bir mertebeye yerleştiren Hacı Bektaş'ın öğretileri yeniçerilerin sıradan varlıklarını benzersiz kılıyordu. Bektaşilik gayrimüslimlere olduğu gibi Türk ya da Türkmen olmayanlara da açıktı. Bu nedenle devşirmelerden oluşan Yeniçeri Ocağı'nın Müslüman olmasını sağlayacak sistem olarak Bektaşilik en iyi çözüm olarak görülmüştür ve devletin kuruluş dönemi boyunca Osmanlı padişahları Bektaşiliğn gelişmesini desteklemişlerdir. Bektaşilik yeniçeriler tarafından 15. yüzyıldan itibaren benimsenmeye başlamış 16. yüzyıl sonlarından itibaren ise Hacı Bektaş-ı Veli, resmen yeniçeri piri kabul edilmiş, bu tarihlerde bir Bektaşi babası daimi olarak ocakta kalmaya başlamıştır. Bektaşi tarikatıyla yeniçeri ocağı o denli bir birinden ayrılmaz hale gelmiştir ki, bir dede tarikat başkanı seçildiğinde İstanbul'daki yeniçeri kışlasına gelir, tacını kendisine Yeniçeri Ağası giydirirdi. Yeniçeri Ordusu seferlere giderken yanlarında daima Bektaşi dede ve babaları eşlik ederlerdi. Bu ordu, 1826 yılına kadar Osmanlı Devleti'nin birinci gücü olmuştur. 1826 yılına kadar Osmanlı Ordusu savaşa gitmeden önce, Yeniçeri ocağından bir müfreze Hacıbektaş'a geliyor, Dergah Avlusu'nda saf tutarak, Hacı Bektaş-ı Veli Evlâdı’ndan postnişi olan zatın da katılması ile: Mü’miniz Kalû-Beli’den beri... Hakkın Birliğine eyledik ikrar... Bu yolda vermişiz seri... Nebimiz vardır Ahmed-i Muhtar... La Yezal mestaneleriz... Nur-ı ilahide pervaneleriz... Sayılmayız parmak ile tükenmeyiz kırmak ile... On iki imam Pir-i tarikat cümlesine dedik beli... Üçler, beşler, yediler... Nur-ı Nebi Kerem-i Ali, Pirimiz üstadımız Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli... Demine devranına Hü diyelim Hü! diye gülbang çekiyorlar (dua ediyorlar) ve Pir'den himmet istiyorlardı. O tarihlerde yaşayan kişilerden aktarılan bilgilere göre Yeniçeriler'in gür sesi Hacı Bektaş-ı Veli’ın her tarafından duyuluyordu. Bir yeniçeri gülbengi (duası) [SUP][3][/SUP]:

[TABLE="width: 85%, align: center"]

[TD="align: left"]“[/TD]
Allah Allah İllallah Baş uryan, sine püryan, kılıç al kan
Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran.
Eyvallah! Eyvallah!
Kahrımız kılıcımız düşmana ziyan.
Kulluğumuz padişaha ayan
Üçler, yediler, kırklar!
Gülbang-ı Muhammedî, nûr-ı Nebî, kerem-i Ali
Pirimiz, sultanımız Hünkarı Hacı Bektaş-ı Veli
Demine devranına hu diyelim huuuuuu!...


[TD="align: right"]„[/TD]


[TD="colspan: 3"][/TD]

[/TABLE]


[h=2]Genel Yapı[değiştir | kaynağı değiştir][/h]
Yeniçeri ağası.


[TABLE="class: wikitable"]

Mali Yıl
Yeniçeri Sayısı[SUP][4][/SUP]


1480
10.000


1568
12.789


1609
37.627


1670
53.849

[/TABLE]

Çuhadar, Yeniçeri Ocağının Hükümet Nezdindeki Mümessili;
Divan Çavuşu, Hükümet Toplantılarında İntizamı Temine Memur;
Yasakçı, Elçilikleri Muhafazaya Memur Yeniçeri


İstanbul devlet merkezi olduktan bir süre sonra Edirne'de bulunan Yeniçeri Ocağı buraya naklolunarak Eski ve Yeni Odalar ismiyle biri Direklerarası ve Şehzade Camii taraflarında diğeri ise Aksaray semtinde olmak üzere kışlalar yaptırılmıştır. Her bir orta kendi numarası ismiyle bir kışlada otururdu. Osmanlı tarihinde birçok olayda adı geçen Orta Camii, Yeni Odalarda olup Kanuni Sultan Süleyman'ın Vezir-i Azam'ı İbrahim Paşa tarafından bir mescit olarak yaptırılmış ve daha sonraki tarihlerde cami haline getirilmiştir. Et Meydanı denen mahal de burada bulunmaktaydı.
16. yüzyıl ortalarına kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat adı verilen bir sınıftan ibaret iken Fâtih Sultan Mehmed zamanından itibaren (1451), "Sekban" bölüğünün de katılımıyla iki sınıf haline gelmiş. 16. yüzyıl başlarında ise "Ağa" bölüğü denilen üçüncü bir kısım daha teşkil edilmiştir. Yaya bölükleri peyderpey artarak 101 bölüğe kadar çıkmıştır. Ağa bölükleri 61, Sekban bölükleri ise 34 rakamına kadar yükselmiştir. Kanunname gereğince; Osmanlı Padişahı da birinci Yeniçeri Ortasının 1 numaralı neferidir.
Yeniçeriler, başlarına Börk ismi verilen beyaz keçeden bir başlık giyerlerdi. Bunun arkasında ise yatırtma denilen ve omuza kadar inen bir parça yer almaktaydı. Yeniçeriler börklerini eğri, subayları da düz giyerlerdi. Fâtih kanunnâmesinde belirtildiğine göre yeniçeri taifesine her yıl beşer zira lacivert çuka ve otuz iki akça "yaka akçası" ile her birine başına sarması için altışar zira astar verilmesi hükmü konmuştu. Her Yeniçeri bölüğüne "Orta" denirdi. Her ortanın da komutanı olan ve "Çorbacı" denilen bir subayı bulunurdu. Sekban ve Ağa bölüklerinde bu komutana "Bölükbaşı" denirdi. Yeniçeri ocağının en büyük komutanı "Yeniçeri Ağası" idi. Yeniçeri Ağası, ocağın kuruluşundan 1451 yılına kadar ocaktan seçilirken bu tarihten sonra Sekbanbaşı’lardan tayin edilmeye başlandı. Bununla beraber bu kanun daha sonra değiştirilerek ocağın dışından olan kimseler de tayin edilmiştir. Yeniçeri Ağası, Yeniçeri Ocağı ile Acemi Ocağı işlerinden sorumlu idi. Bundan başka İstanbul'un asayişi ile de ilgilenir ve yanında bulunan bir heyetle kol dolaşıp güvenliği sağlardı. Bu sebeple hükümdarlar, bunların güvenilir ve sadık kimselerden olmasına dikkat ederlerdi. Yeniçeri Ağalarının azil ve tayini 1593'e kadar doğrudan padişah tarafından gerçekleştirilirken, bu tarihten itibaren Vezir-î Azâmlar tarafından yapılmıştır.
Yeniçeri Ocağı'nın en büyük kumandanı olan Yeniçeri Ağası'ndan sonra Sekbanbaşı gelirdi. Ocak kethüdası veya kul kethüdası, zağarcıbaşı, sansoncubaşı, turnacıbaşı, başçavuş ve muhzır ağa derece sırasıyla ocağın büyük ağalarından idiler. Yeniçeri Ağası ve Sekbanbaşından sonra ocakta en itibarlı olarak yeniçeri efendisi denen ocak katibi vardı.
Yeniçeri Ocağı’nın en büyük komutanı olan Yeniçeri Ağası’ndan başka Sekbanbaşı, Ocak Kethüdası veya Kul Kethüdası, Zağarcıbaşı, Turnacıbaşı, Muhzir Ağa ve Baş çavuş da ocağın büyüklerindendi. Bunlardan başka bir de "Yeniçeri Efendisi" denilen ocak kâtibi vardı.
Yeniçeri Ocağı'nın teşkilatı üç temel unsur üzerine yükselmekteydi: avcılık, aşçılık ve Bektaşilik. Padişahların avlarında ona eşlik etmek için sekbanlar başta olmak üzere katar ağalarının sorumluluğundaki birçok orta, avlarda kullanılmak üzere cins köpekler veya avcı kuşlar besliyorlardı. Ocak teşkilatının omurgasını ise aşçılar oluşturuyorlardı ve aşçıbaşılar yeniçerilerin ahlaki eğitimleri ve disiplinlerinden sorumluydular. Kazan-ı Şerif başta olmak üzere her birliğin sahip olduğu kazana atfedilen kutsallık, karakollara kazanlarla yemek dağıtan karakollukçuların komutanı başkarakollukçuya kepçeci, her orta-bölük komutanı yayabaşına çorbacı denirdi. Her ortanın kışla mutfaklarında bir kazanı vardı. Yemek pişirme dışında kazan, Hacı Bektaş'ın ocağa sağladığı kutsallığın kaynağını da temsil etmekteydi. Kazan o kadar önemlidir ki yeniçeriler kritik konulardaki toplantılarını onun çevresinde çember oluşturarak yaparlardı. Ünlü kazan kaldırma deyimi devlet politikalarından duydukları memnuniyetsizliğin bir belirtisi, bir isyanın başlangıç işareti olarak kabul edilirdi. Ortalar sefere giderken kazanlarını yanlarında götürerek çadırlarının önüne yerleştirirlerdi. Bir ortanın kazanını kaybetmesi bayrağın düşman eline geçmesinden daha kötü bir durum olarak kabul edilirdi. Yeniçeriler kazanları olmadan hiçbir hücumun başlamaması gerektiğine inanırlardı. Her bölük veya ortaya ait kazanların dışında Hacı Bektaş-ı Veli tarafından ocağa verildiğine inanılan özel bir Kazan-ı Şerif yani kutsal kazanları da vardı. İnanışa göre ocak kurulurken Hacı Bektaş yeniçerilere bu kazanda çorba pişirmiş ve kendi elleriyle dağıtmıştı. Yeniçeriler, Kazan-ı Şerif yerinden kaldırılacak ve altına bir kova su dökülecek olursa dünyanın ters düz olacağına inanırlardı.
Yeniçeriler, maaşlarını (ulûfe) üç ayda bir alırlardı. Bu konuda ocağın en büyük âmiri olan Yeniçeri Ağası ile herhangi bir nefer arasında fark yoktu. Onun için Yeniçeri Ağası da bu ulûfe işine dahil edilirdi. ulûfe, pâdişahın nezâretinde büyük bir törenle her ortaya torbalar halinde tevzi edilirdi. Hicrî kamerî takvime göre dağıtılan ulûfenin Salı günü verilmesi kanundu. Üç ayda bir, ulufe denen aylıklarını almak için Topkapı Sarayı, Babüsselam ile Babüssade kapıları arasındaki ikinci avluda toplanan kapıkulu askerlerine, Has fırında pişirilen fodla(pide) ile saray mutfağında hazırlanan çorba, zerde ve pilavdan oluşan kuşluk yemeği dağıtılır; bu sırada askerin padişaha bağlılığının işareti olmak üzere birde “akide” merasimi yapılırdı. Yeniçeri ocağının büyük subaylarından kul kethüdası ile muzhır ağa Kubbealtı’na gelerek sadrazamın başkanlığındaki divan üyelerine ellerindeki tablalardan mangır(para) biçimindeki akide(bağlılık) şekerlerini sunardı. Bu ocaklıların padişaha bağlı olduklarının kanıtı sayılır divandakiler rahatlardı. Akide törenini müteakip Kubbealtı önünde Fetih suresi okunur, ocaklılar gülbank çeker, Birinci Ağa Bölüğü’nden başlanarak ulufe torbaları dağıtılırdı. Törenden sonra konaklara, evlere, dükkanlara da akide şekerleri gider herkes, Yeniçerilerin bir eylem yapmayacağını öğrenmiş olurdu. Bu gelenek nedeniyle huzurun ve ağız tadının simgesi kabul edilen akide, zamanla mevlit ve bayramların da ikramı olmuştur.
Ramazan ayının ortasında, padişahın askere iltifatı olarak, Saray’dan Yeniçeri Ocağı’na baklava giderdi. 17. yüzyılın sonlarında veya 18. yüzyılın başlarında ortaya çıkmış olan baklava alayı, Ramazan’ın on beşinci günü yapılan Hırka-i Saadet ziyaretinden sonra, Yeniçeri Ocağı neferlerine baklava dağıtılmasıyla gerçekleşirdi. Matbah-ı Amire’de, Yeniçeri, sipahi, topçu ve cebeci gibi kapıkulu askerinin her on neferine bir tepsi hesabıyla hazırlanan baklava sinileri, futalarına (örtülere) sarılmış olarak Matbah-ı Amire önüne dizilirdi. Silahtar Ağa, bir numaralı yeniçeri olan padişah adına ilk siniyi teslim aldıktan sonra, diğer ortalardan gelen ikişer nefer birer siniyi herhangi bir kargaşaya mahal bırakmadan yüklenirdi. Her bölüğün usta, saka, mütevelli, odabaşı gibi amirleri önde, baklava sinileriyle yürüyenler arkada, açılan kapıdan dışarı çıkarlar, baklava alayını seyretmek için Divanyolu'nda sıralanmış halk, padişaha ve askere sevgi gösterilerinde bulunurdu. Sini ve futalar ise, ertesi gün Matbah-ı Amire’ye iade edilirdi. Padişahın askerlerine güzel bir ikramı olan ve belirli bir teşrifatla yapılan baklava alayı, uzun bir süre devam etmiş, ancak Yeniçeri Ocağı’nın bozulmaya başlamasıyla, bu bozulmadan nasibini almıştı. Öyle ki, sini ve futaların iade edilmesi gerekirken, bunlar iade edilmez olmuş ve buna gerekçe olarak da baklava o kadar lezzetliydi ki sini ve futaları da yedik gibi alaycı ifadeler kullanılmıştı. Bununla beraber, Yeniçeri neferlerinin bazıları, Baklava Alayı’nı seyretmeye gelen halkı rahatsız etmeye başlamıştı. Bu gelişmelerin neticesinde de, Osmanlı saltanatının bir sembolü haline gelen bu gelenek, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla birlikte ortadan kaldırılmıştı. En son baklava alayı, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından iki ay önce yapılmıştı.
[h=2]Ocağın Kaldırılması[değiştir | kaynağı değiştir][/h]Ana madde: Vaka-i Hayriye
İlk kuruluşu zamanında sadece devşirmelerden ve iyi eğitim almış güçlü kuvvetli gençlerden oluşan ve Devletin kuruluşundan kısa bir süre sonra oluşturulan Yeniçeri Ocağı, 16. yüzyıldan sonra Padişaha veya Hanımsultana yakın bazı yetenekleri kısıtlı kimselerin ocağa alınmasından sonra bozulmaya yüz tutmuştu. Çünkü, eğitimsiz ve başıboş kimselerin ocağa girmeleriyle bu askerî teşkilat, doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin veya azlettiren, padişahları tahttan indiren veya tahta çıkaran bir kuvvet halini almıştı. Diğer taraftan Yeniçerilerin kendileri gibi Bektaşî olan Ahi esnaf ocaklarıyla iç içe olması ve Sultanın aldığı bazı ekonomik ve siyasi tedbirlere Ahi Esnaf Ocaklarıyla birlikte karşı durması Sultanın ve Ulemanın tepkisini çeker olmuştu. 16. yüzyılın sonlarından itibaren Padişahın sefere çıkmaması neticesinde ganimet geliri azalan Yeniçeriler, sakat ve yaşlı yoldaşlarına bakmak ve kendi hayatları ile savaşa gidenlerin ailelerinin geçimini ikame etmek için gelir elde etme çabasına girmişlerdir. Neticesinde; askerlikle ilgisi olmayan ticaret, kahvehane işletmeciliği, hamam işletmeciliği, kayıkçılık, depoculuk, odun ve yakacak işleri gibi sektörlere el atmışlardır. Yeniçerilerin; özellikle İstanbul’da bulunan Yeniçeri Ortaları mensuplarının ticaret hayatına atılması; Yeniçeri Ocağının bozulması gibi lanse edilse de; gerçek bundan farklıdır. Avrupalı imparatorlukların deniz ticareti ile birlikte sömürgeciliğe yönelmesi, ve savaşların uzayıp gitmesi, devletin mali sistemini bozmuştu. Anadolu ve Rumeli eyaletlerinde Ayan sınıfının ortaya çıkması ile, savaştan geri dönen veya savaşa katılmayan yerel beylerin sayısı artmış, Padişahın savaşa katılmaması neticesinde kendisine bağlı Kapıkulu Ocağı'nın da savaşa katılmayışı, savaş esnasında Osmanlı Ordusunun vurucu gücünü azaltmıştır. Yeniçeriler çeşitli nedenlerden dolayı; 17. ve 18. yüzyıllarda sık sık ayaklanmışlardır.
Yeniçeri Ocağı, Vaka-i Hayriye diye isimlendirilecek olan bir karar ve hareketle, 15 Haziran 1826'da Sultan II. Mahmud tarafından ortadan kaldırıldı. Ocağın kaldırılması olayı II. Mahmud'un tüm esnaf teşkilatını ve ordudaki çoğu birimi bu konuda ikna etmesiyle başlamıştır. Şeyhülislama bu konu hakkında fetva çıkarılmasıyla devam etmiştir. Bir günün sabahında II. Mahmud yeniçerileri son kez uyarmış ve bu uyarıya saygı göstermeyen yeniçeriler itiraz etmişlerdir. Bunun üzerine II. Mahmud topçulara ateş emri vererek yeniçeri ocağını büyük bir top ateşine maruz bırakmış ve hiçbir yeniçerinin kurtulmasına imkan vermemeye çalışmıştır. Kaçabilen yeniçeriler ise yakalandıkları yerde öldürülmüştür. Bu olaydan sonra, onların yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediyye (Muhammed'in Zafer Kazanmış orduları) adlı ordu kurulmuştur
 
ali karsınz barzoluk gericilik yapıyordur hazımsızdır kaliteyi düşürdügü için abdullah taşandan atamsını rica ediyorum.

shen kardeşim gaysen sorun yok evli olman fark etmez
 
Üst Alt