Cevap: Rijkaard kalmalı mı gitmeli mi?
Flying Dutchman: SURVIVAL OF THE FITTEST
Geçtiğimiz yıl Hamburg'un HSV Stadion'da oynanan Atletico Madrid-Fulham finaline çıkan 2 takımın kadroları şöyleydi.
Atletico Madrid: De Gea, Ujfalusi, Perea, Dominguez, Lopez, Reyes, Assunçao, Garcia, Simao, Forlan, Agüero
Fulham: Schwarzer, Baird, Hughes, Hangeland, Konchesky, Duff, Etuhu, Murphy, Davies, era, Zamora
Atletico Madrid 2-1 kazandı mücadeleyi. Forlan maçın uzatma dakikalarının sonlarına doğru kendilerine kupayı getiren golü attığında Fulham'ın finale gelene kadar Amkar Perm, CSKA Sofia, Basel, Roma, Shakhtar Donetsk, Juventus, Wolfsburg, Hamburg'dan oluşan koşusuna nokta koydu. Roy Hodgson'ın takımı kadro kalitesi olarak kendisinden çok daha üst düzeyde olan rakiplerini birer birer mağlup etmişti. Final maçında mükemmele yakın oynayan Norveçli Hangeland kariyerine Viking'de başlamış, FC Copenhagen'da devam etmiş 29 yaşında bir defans oyuncusuydu. Orta sahanın ortasındaki Danny Murphy, Liverpool eskisi bir 33 yaş orta saha oyuncusuydu. Fulham, El Fayed döneminde bir dolu kriz yaşadı. Harcanan yüksek transfer ücretlerinin geri dönüşü olmamasından, düşme tehlikesine girmeye ve sezonun son haftasında mucizevi şekilde ligde kalmaya kadar. 131 yıllık tarihinde, müzesinde tek bir kupa bulunmayan bir takımdan bahsediyoruz.
19 Mart 2002 tarihinde, Ali Sami Yen Stadyumu'nda oynanan ve Galatasaray'ın üstüste ikinci kez çeyrek finale kalmak için Barcelona'yı mağlup etmek zorunda olduğu maça ise takımlar şu kadrolarla çıktılar (bu kadronun Galatasaray'ı, Niculescu takviyesiyle sezon sonunda şampiyonluğa ulaştırdığını hatırlatalım).
Galatasaray: Mondragon; Bülent, Emre, Perez, Ergün; Hasan, Ayhan, Fleurquin, Berkant; Ümit Karan, Arif
Barcelona: Bonano; Coco, Abelardo, Christanval, Puyol; Overmars, Rochemback, Xavi, Luis Enrique, Gabri; Kluivert
2010 Dünya Kupası'nda çeyrek final oynayan Paraguay'ın orta sahasını Atalanta'lı Barreto, Libertad'lı Caceres, Cruz Azul'lu, Riveros (sonradan West Ham'a gidecek olan) ve Wolfsburg'da yedek kulübesinde oturan Jonathan Santana (sonradan Kayserispor'a gidecek olan) götürüyordu. Karşılarındaki Xavi-Iniesta İspanyasına penaltı kaçırarak mağlup oldular.
Bütün bunları yazma sebebim anlaşılmıştır. Futbolda saha içindeki başarısızlığı artık futbolcu yeteneklerinin zayıflığına bağlama devri geçeli aşağı yukarı 10 yıl oldu. Teknik adamlar bunun için varlar. 80'lerin efsane futbolcularının hala "teknik direktörün yeteneği bir yere kadardır, iş futbolcuya bakar" diyerek, hissettirmeden kendi yeteneklerini övme çabaları ve medyadaki kalitesiz yazılardan şikayet edip "bu malzemeyle tabii yemek olmazcılar"ı bir kenara bırakırsak tüm dünya, geçen her günde bu işin değiştiğini biliyor. Dolayısıyla artık istikrarlı (bakın bu kelime çok önemli ki savımızın en önemli şartlarından birisi) başarısızlığın sebebini futbolcu kadrosunda aramak, o 80'lerin kafa yapısında kalmayla eş değer geliyor bana.
Çok uzatmayacağım bu yazıyı da, zira Galatasaray ve Rijkaard üzerine çok yazdık. Tekrar gibi geliyor her şey. Rijkaard kötü hoca mıdır? Net bir şekilde hayır. Şu veya bu futbolcuyla bir takımı Şampiyonlar Ligi'nin ve La Liga'nın tepesine oturtuyorsanız size kötü hoca demek tam bir yetersizliktir. Nasıl ki kötü futbolun sebebi sırf oyuncu kadrosunun profiline bağlanamazsa, büyük başarılar da sadece o oyuncuların üstün yeteneklerine maledilemez. Evet, Rijkaard kötü hoca mıdır? Değildir. Peki Galatasaray'ın bugünkü durumunun sebebi kadro yetersizliği midir? O da değildir. Bu ikisini halen birbirinden ayıramayanların ya da dediklerimizi anlamamakta ısrar edenlerin gidip biraz Rus edebiyatı veya Noam Chomsky okuması gerekiyor. Bu ikisi birbirinden farklı şeylerdir. Bazen dünyanın en iyi hocaları dahi, üst düzey veya alt düzeyde herhangi bir takıma veya o ülke şartlarına uymayabilirler. Bu futbolcular için de geçerlidir. 44 yıl boyunca çalıştırdığı Auxerre'i 3.ligden alıp Fransa şampiyonluğuna taşıyan Guy Roux'nun, Lens'ın başına geçtikten sonraki 4. maçının devre arasında istifa etmesini nasıl açıklayabiliriz ki? Roux kötü hoca diyerek mi, yoksa bu Lens kadrosuyla bunu yapabilirdi zaten bahanesiyle mi? Ya peki efsane Brian Clough ve son şampiyon Leeds United'daki o belalı 44 gününü?
Konuşulması gereken bir başka konu var. Rijkaard'ın takımı dönüştürmeye çalıştığı iddia edilen ve sabredilmesi gerektiğini hatırlatan insanlar, dönüşeceğimiz şeyin ne olduğunu açıklamak zorundalar. Örneğin umduğumuz, hala 1974'ün 4-3-3 Hollandası veya 1988'in 4-4-2 Hollandası ise zaten ortada bir problem var demektir. Bu sistemlerin anavatanının başındaki teknik adamın, o sistemlerin başarısını tekrar ederken, "artık Total Futbol denen şeyi unutalım, geride kaldı, ben maçları kazanmak istiyorum" demesi üzerine hala 36 yıl öncesine özlem duyuyorsak zaten Rijkaard'dan yapamayacağı bir şeyi bekliyor ve ona da haksızlık ediyorsunuz demektir. Burada bir hocadan beklenmesi gereken, içinde bulunduğu takımın güçsüz yönlerini, eksik taraflarını da göz önüne alarak bir takım kurgulamasıdır. Futbolda saha içi dizilişler ve stratejilerin giderek çeşitlenmesi, takımların yetersizliklerini örtme çabasının da bir sonucu olarak ortaya çıkmadı mı sonuçta? Yoksa eğer işi sadece kadro yetersizliğine bağlarsak, bu ligin 4 büyüğünün kadrolarından geçmiş, kariyerinin sonuna yaklaşmış 2 adam Ömer Erdoğan ve Hüseyin Çimşir gibi 2 adamın, geçtiğimiz yıl, tarihinde ilk kez ligin tepesinee çıkmasını ve mevkilerinin kilit adamları olmasını nasıl açıklayacağız? Kadro kalitesinin yüksekliğine mi, yüksek takım gelirlerine mi, Bursaspor yönetiminin çağdaş-Avrupai tarzına mı, yoksa Ertuğrul Sağlam'ın Hollandalıdan çok daha iyi bir teknik adam olmasına mı?
Başarısızlığı tamamen teknik direktörden bağımsız görmek isteyenlerin ortaya koyduğu bir başka bahane, Galatasaray yönetiminin çarpıklığı. Bu çarpıklığı ben de başta olmak üzere bir dolu adam bu alemde belirttiler. Değişen hiçbir şey yok elbette. Frank Rijkaard oldukça çarpık bir düzende, 2 adamın iktidarındaki bir kulüpte çalışmak zorunda. Ama bu ortam onun 1 seneyi aşkın bir süredir sürekli geri giden bir takımının açıklaması olamaz. Bunu hep söylüyorum, Rijkaard kendi teknik adamlık yeteneklerine de zarar vermeye başladı. Dün saha kenarındaki asabi tavrının sebebinin kulüpteki bu absürdlükten kaynaklandığına ya da büyük payı olduğuna kesinlikle katılırım. Ama sahadaki hiçbir parıltı vermeyen takımın bahanesi olduğuna katılamam. Arda Turan'ın, kariyerinde doğru dürüst tek bir frikik golü yokken, her düdükte topun başına gelip, topları tribünlere göndermesinin, buna rağmen kendisine teknik heyetten hiçbir uyarı yapılmamasının ve onun da topları aynı adrese göndermesinin açıklaması Adnan x 2'nin yönetiminde olduğunu düşünüyorsanız kendinizi kandırıyorsunuz demektir. Galatasaray yönetimi çarpık bir yönetimdir? Kesinlikle evet. Ama Galatasaray teknik heyeti de sahadaki futbol anlamında, kendi etki edecekleri alana zerre kadar etki edememektedir. Buna da kesinlikle evet.
Şunu da belirtmel lazım. Bu düzen Türkiye'de yıllardır var. Değişmesi gerekiyor mu? Evet. Bunu belirli aralıklarla başaran insanlar oldu. 4 senelik Fatih Terim dönemindeki Ali Dürüst-Terim, Bülent Tulun- Gerets ve bence takımın saha dışındaki en uyumlu ikilisi Abdürrahim Albayrak-Lucescu ikilisinin yaptığı gibi. Görüldüğü gibi bir takımda yönetim-hoca ilişkisini uyuma oturtmak için Otobüs şirketi sahibi ile basının yakıştırması ile "çingene" Rumen de başarılı olabiliyor. Devri kapanmış, Klasik Total Futbol felsefesi veya Batı Avrupalı oturmuş sistemlerin başarının tek anahtarı olmadığı ortada. İtiraf etmek lazım Guus Hiddink ve Louis van Gaal'in kariyerlerinde yaptıkları "gittikleri takımın şeklini alan" teknik direktör yetilerini Frank Rijkaard Türkiye'de göstermekte başarısız oldu. Alman futbol ekolünden çıkmış Karl-Heinz Feldkamp ve Klasik Ada Futbolu'nun en önemli savunucularından olan Gordon Milne'in kupaları topladıkları dönemde Galatasaray veya Beşiktaş, CEO ayağında Peter Kenyon, başkan tarafında Joop Munsterman veya Hoeness tarafından yönetilmiyordu, bunu görmek gerekiyor.
Kapatırken tekrar değinelim. Futbolun evrimi sadece felsefeler ve saha içi dizilişler anlamında kullanılmıyor. Buna teknik adamların kendini geliştirmeleri ve içinde bulundukları şartlara göre aksiyon almaları da dahil. Hollandalı'nın bu evrim süreci "survival of the fittest" felsefesinin gereği onun yeteneklerine ve kulübün geleceğine malolmadan, daha rahat evrimleşebileceği bir takımda kendisini denemesi mantıklı olacaktır. Gidişinin kayıp olup olmayacağı konusunda kesin görüş bildirmenin sağlıksız olduğu, gelişinin takımı çağ atlatacağı yönündeki beklentilerin bugün geldiği yere bakıldığında çok bellidir.
Flying Dutchman: SURVIVAL OF THE FITTEST