Cevap: #10 Gheorghe Hagi
Hagi'nin 94 Dünya Kupasında Kolombiya'ya Attığı Müthiş Gol
YouTube - Romania - Columbia (1994) 3-1
Hagi'nin 94 Dünya Kupasında Kolombiya'ya Attığı Müthiş Gol
YouTube - Romania - Columbia (1994) 3-1
Bonservis parasina baksaniza 700 bin dolar
Simdi o paranin 100000 katini versen Hagi ayarinda adam alamassin takima.
Ben Hagi’yi İzlemiştim”
“Ben Metin Oktay’ı tribünde izlemiştim” cümlesinin vuruculuğuna televizyon öncesi çağı yaşayanlar tanıktır. Bundan yıllar sonra binlerce futbolsever, aynı çarpıcı cümleyi ilkin çocuklarına sonra da torunlarına aktaracaklar, ekranda futbolun sırlarını-sihrini açık eden binlerce saatlik ayrıntılı çekimlere rağmen. Hagi’yi yeşil çimlerin üzerinde izlemek yaşanan ayrıcalıkların en tepesine tırmanmıştır. Hagi’nin 1996 yazından önce yaptıklarıyla hiç ilgilenmiyorum. Başarılı olamamış, kadrodışı kalmış, oynadığı takım küme düşmüş, hocalarıyla geçinememiş, bunların hepsi yaşadığım 5 yıllık doyumsuzluğu önceleyen, unutulası birer ayrıntıdır. Bunun Türkiye’de yaşanan Hagi olgusunun inanılmazlığı yanında sözü bile edilemez. Çünkü Hagi efsanesinin, büründüğü sarı-kırmızı renklerden sonra ne anlama geldiğini 5 yıl boyunca doya doya yaşadım. Daha önce TV’lerde izlemiştim; ya Romanya sarı-kırmızı-mavisi ya da İspanyol ve İtalyan takımlarının O’nu kişiliksizleştiren, dişlinin parçası yapmaya çalışan sıradan formaları içinde.
Hagi’yi ete kemiğe bürünmüş haliyle ilk kez 90’ların başında Barcelona’yı Ali Sami Yen Stadı’na getiren otobüsün cam kenarında otururken gördüğümü hayal meyal hatırlıyorum. Ancak çok emin değilim, yanında oturan Hristo Stoichkov Galatasaray taraftarına eliyle “5 atacağız” işareti yaparken, gerçekten var mıydı, yoksa ben mi yakıştırıyorum, bilemiyorum. O gün kadroda olup olmadığını araştırmak çok kolay, ama Hagi efsanesinin hafızama girişine böyle bir gala hazırladım hep. İster gerçek ister kurmaca olsun, O’nun derin etkileri açısından hiç önem taşımıyor. Son kez ise 2002 yılının Şubatı’nda Galatasaray’ın Liverpoool’la oynadığı Şampiyonlar Ligi maçının başlangıcında beni de binlerce insanı olduğu gibi gözyaşlarına boğduğu gecede.
Sahada ilk izlediğimde Galatasaray’ı birkaç sezon önce yarı finalde perişan eden Steau Bükreş’ten Barcelona’ya geçmiş bir Rumen’di yalnızca. Ayrılırken ise Galatasaray’ı dünyanın zirvesine taşıyan “Harikalar Diyarı”nın baş aktörüydü. Galatasaray sevdasına düşüren Metin Oktay’dan sonra herhangi bir futbolcuya bu kadar vurulabileceğim aklımın köşesinden bile geçmezdi. Sayısız futbolcuyu sevdim ve sevmeye devam edeceğim kabul, ancak Hagi’nin yeri bambaşka. Oynadığı topun yanı sıra, liderliğin, yenilgi ve haksızlığa tahammülsüzlüğün dünya futboluna getirdiği en büyük kişiliktir Hagi. O’nun özellikle bir savrukluk abidesi olan Maradona’yla kıyaslanmasına karşı bayrak açmıştım. “Karpatların Maradona’sı” nitelemesini her gördüğümde “hayır, yanlış düşünüyorsunuz, mutlaka bir benzetme yapacaksanız, Maradona’ya Amerikaların Hagi’si deyin” diye haykırırdım. Hagi’ye yapılan en büyük haksızlıklardan birisidir, zavallı koşutluk.
Galatasaray’ı bir lise takımından Dünya’nın tepelerine taşıyan dalgaların sonuncusunun futbolcu boyutudur Hagi. Metin Oktay’a birinci, Brian Birch’ün yumruğuyla simgelenen döneme ikinci, Jupp Derwall-Mustafa Denizli ikilisine üçüncü dalga dersek, dördüncüsü Fatih Terim-Gheorghe Hagi’dir. Terim sahadışı patronken, Hagi yeşil çimlerin tek efendisidir. 10 Galatasaraylı’dan, hangisinin ne şekilde davranacağının somut yansıması Hagi’nin beyninden diline ve ellerine dökülen orkestra şefliğinde gizliydi. Galatasaray kalesine korner atılırken kalecinin nerede duracağından, kurulan barajlara; pasın nereye verileceğinden, gol vuruşunun nereye yapılacağına kadar her şeyi belirlerdi. Hakemlerle uğraşmanın dozundan, kendini rahatsız eden rakibini ustalıkla uzak tutmaya, futbol sahasında ne yaşanabilirse hepsine sihirli bir çözümü vardı. İplerin kopma noktasına geldiğini fark ettiği anda dünyanın en masum çocuğu kimliğine bürünür, gerektiğinde de Galatasaray için kendini yakacak ölçüde çıldırırdı. Bütün bu gel-gitlerin arasında yalnızca bir milli maçta İtalyan futbolcuyu sakatladığını hatırlıyorum. Onun dışında en sert hareketlerinde bile rakibini kollardı. UEFA Kupası finalinde kendisini devamlı tahrik eden Tony Adams’a dayanamayıp vurduğunda gördüğü kırmızı kartın ardından “senin tedavi görmüş alkolikliğine veriyorum” edasıyla sırtını dönüp gitmişti.
Galatasaray dört sene üst üste şampiyon olup, UEFA Kupası’na ve Super Kupa’ya uzanırken attığı gollerin güzelliğiyle binleri tribünlere getirmeyi başardı. Çıplak gözle gördüğüm ilk golünü Trabzonspor’a atmıştı. Üzerinde Galatasaray’ın sonradan pek az kullandığı sarı şort üstüne giydiği parçalı forma vardı. Topa vurmadan önce ibadet edercesine top dahil her şeyi ve herkesi yerli yerine yerleştirdi, çok gerilmeden sol ayağıyla hafifçe dokundu yalnızca. Hagi’nin kafasından küçük sol ayağına gönderilen irade sanki havada iken de topu yönetmeye devam etti. Kaleci donmuş biçimde, üstüne geleceğini zannettiği topun, solundan filelere çarpışını bizlerle birlikte izledi. Trabzon kalecisi Nihat, sanırım emekliliğinde “hayatta yediğim en güzel goldü” diye anlatacaktır.
Hagi’nin attığı onlarca golden bahsetmeyeceğim, hepsi zekânın, çalışmanın, yeteneğin, hırsın ve sınır bilmez fedakârlığın ürünleridir. Kendisinin bizzat atmayıp, yanındakilere ikram ettikleri ile 1996 yazından 2001 ilkbaharına kadar 5 yıl güzellikleri katmerleyerek yaşattı. Yüzbinler belki de milyonların yüreklerine sarı-kırmızı renk aşkını düşürdü. Buna karşılık milyonlar da ona sadece içten, değişmez ve kantara vurulamayacak sevdalarını haykırdılar: “I Love You Hagi’’
Oynadığı topun yanı sıra, liderliğin, yenilgi ve haksızlığa tahammülsüzlüğün dünya futboluna getirdiği en büyük kişiliktir Hagi. O’nun özellikle bir savrukluk abidesi olan Maradona’yla kıyaslanmasına karşı bayrak açmıştım. “Karpatların Maradona’sı” nitelemesini her gördüğümde “hayır, yanlış düşünüyorsunuz, mutlaka bir benzetme yapacaksanız, Maradona’ya Amerikaların Hagi’si deyin” diye haykırırdım. Hagi’ye yapılan en büyük haksızlıklardan birisidir, zavallı koşutluk.
bkz. Top sağa mı sola mı gidiyor lan ?