Medipol Başakşehir'in tecrübeli yıldızı Emre Belözoğlu, Four Four Two dergisine geniş bir röportaj verdi.
2008’de futbol hayatını Avrupa’da bitirmek isterken Fenerbahçe’nin teklifinde sana cazip gelen neydi? Neyi düşünerek ani bir dönüş kararı almıştın?
Eşim Tuğba, o dönem nişanlımdı. Bu yüzden kulüpten ayrılmak istiyordum ama göndermiyorlardı. Zaten Fenerbahçe dışında her yerden kendi isteğimle ayrıldım, sadece Fenerbahçe beni gönderdi. Yurt dışında sekizinci yılımdı ve artık zor gelmeye başlamıştı. Tuğba’nın yurt dışında yaşamakla ilgili endişeleri vardı, annem dönmemi çok istiyordu, Aziz başkan çok istiyordu… Ben de dönemin Galatasaray Başkanı Adnan Polat’la görüştüm çünkü onlara bir söz vermiştim, “Türkiye’ye dönmek istediğimde ilk size söyleyeceğim” demiştim. Onlar beni düşünmediklerini söylemişlerdi ve ben de Fenerbahçe’ye gitmiştim. Kimse yanlış anlamasın, Galatasaray’da da çok güzel günlerim geçti. Bugünlere gelmemi sağlayan Galatasaray’da almış olduğum eğitimdir ama Fenerbahçe’de oynamak ayrıcalıktı.
O dönem hakkındaki genel kanı, Fenerbahçelilik kimliğine sahip olmak istediğindi. Artık sahip olduğunu düşünüyor musun?
“Kimlik” kelimesini kullanmak istemem çünkü bu kimliği olsa olsa Fenerbahçe’de oynamaya başladıktan sonra, o sevgiye layık olmak için istemişimdir. Hiçbir zaman “Ben doğuştan Fenerbahçeliyim” demedim ama medya böyle bir ortam hazırlamaya çalıştı. Sadece bir keresinde bir canlı chat programında Zeytinburnu’ndan bir arkadaşım “Çocukken Fenerbahçe forması giydiğimiz günleri hatırlıyor musun Emre?” diye sormuştu. Ben de “Evet, doğru. Çocukken Fenerbahçe’yi tutuyordum” diye cevap vermiştim. Onu alıp “Fenerbahçelilere yaranmaya çalışıyor” yazdılar. Beni tanıyan bilir, hayatım boyunca hiçbir insana ve camiaya yaranmaya çalışmadım; olduğumun dışında davranmadım. Birçok şeyi de bu yüzden kaybettim.
Biraz anneme benziyorum ve insanları koşulsuz seviyorum. O takımda da öyle bir abi-kardeş ilişkisi vardı. Mesela babam bana evde “Oğlum, bi’ çay getir!” dese, “Yaa baba, bi’ dur yaa!” diyebilirim ama Galatasaray’da “Emoş, bi’ çay getir!” dediklerinde, koşmaya başlamadan önce “Başka isteyen var mı?” diye bakardım! O takımdaki herkesi çok sevdim. Onların getir-götür işlerini yapmak bile beni mutlu ederdi. İşte öyle bir sevgi ve saygı!
Abi saydığın Hakan Ünsal, Gheorghe Hagi, Bülent Korkmaz gibi isimler sana saha içinde de sert davrandıklarını anlatıyor. Hatta bilerek düşürdükleri bile olurmuş! Neye sinirleniyorlardı?
Bacak arası attığımda, çalım attığımda çok sinirlenirlerdi. Sonra enseye bir tokat, bacağa bir tekme, düşürürlerdi beni! Alışkındım ama. 14 yaşımda Zeytinburnuspor’da A takıma çıktığımda da başıma aynı şeyler geliyordu. Hatta o zaman terlik yok, takunya fırlatırlardı! Ben de o dönemin son temsilcilerinden olduğum için burada gençler benden biraz çekinir çünkü zamanında bu yüzden ben de hatalar yaptım. Şöhret, futbolcular için zeminin kaygan olduğu bir ortam hazırlıyor. Galatasaray’daki abilerimin yaklaşımları beni çok törpüledi. O havalı, afralı tafralı oyuncudan disiplinli bir oyuncuya dönüştüm.