fernando'nun gidişi ve
jean micheal seri iddiasıyla birlikte filizlenen 2000 yılındaki pres futboluyla oynama düşüncesi bence zor bir ihtimal, zaten o dönemki pres anlayışıyla şimdi oynamak mümkün değil.
uefa kupası'nda galatasaray'ın yarattığı fark topsuz oyundaki dinamizm idi; zira toplu oyundaki (oyun kurarken, hücum geliştirirken) dinamizm birkaç üst düzey takım hariç henüz tabana yayılmamıştı. o dönemki takımlar henüz futbolun dönüşeceği evrelerden geçiyor/tam geçmemiş iken galatasaray bunu iyi değerlendirdi ve kondisyon + fizik ile neredeyse iki, bazen üç bölgeye birden yetişerek oynayabilen bir orta saha göbeği kurgusuyla rakiplerinin oyununu hep bozdu.
gegenpressing ile karıştırılan bu pres oyununun aslında gegenpressing'le pek bir alakası yok; 2000 galatasaray'ı kendi döneminin şartlarında etkili olmuş bir pres anlayışıyla oynuyordu; gegenpressing ise demin bahsettiğim olayı (toplu oyundaki dinamizmi) artık çoğu takımın uygulamaya başladığı bir dönemde doğdu.
iki pres anlayışı arasındaki fark kısaca:
1)
gegenpressing genel olarak top kaybedilir kaybedilmez bir kişi topu alan rakibe basarken diğerleri onu çevreler ve pas yollarını tıkar; bunun için pozisyon bilgisi sağlam, rakibin o topu nerelere atacağını öngörebilecek, önsezileri kuvvetli orta sahalar gerekir; çünkü rakipler olduğu yerde top beklemek yerine sürekli yer değiştirerek oynadığı için başka türlüsü fiziken mümkün değil.
bu anlayış zaten fizik ve enerjinin artık herkesçe birinci planda olduğu, daha akıllı olanın fark yarattığı bir dünyada doğdu. yani gegenpressing'deki esas amaç fiziğin yanı sıra akıl üstünlüğünü; pozisyon bilgisi farkını ortaya koymak.
2)
2000 galatasaray'ı ise top kaybedilir kaybedilmez topu ayağına alan rakibe en yakın olan futbolcu (çoğunlukla topu kaybeden oluyordu bu) pres yapar, diğer arkadaşları rakibin pas atabileceği adamları arkadan marke ederdi (rakipler fazla yer değiştirmedikleri için bu kolaydı), marke ettiği rakibe pas gelirse hemen arkadan basardı. eğer topu kazanan rakip ilk presi yapandan sıyrılırsa, en yakın diğer oyuncu marke ettiği rakibi terkedip yeni presçi olarak basmaya giderdi. ilk presi yapan kişi rakibi bozmayı başarırsa da aynısı olurdu, ikinci kişi bu sefer baskıyı arttırmak için gelirdi. buradaki amaç fizik ve enerji farkını ortaya koymaktı.
bu pres anlayışı arkada boşluklar yarattığı için pas yeteneği yüksek, iyi uzun top atabilen rakipler karşısında takımı zor duruma düşürebiliyordu. ancak orta saha zaten enerjik üstünlüğünü fazlasıyla hissettirdiği için rakiplere rahat top atma fırsatı vermiyordu.
fatih terim 2000'de ayrılmasaydı bu futbolun devamını (belki daha iyi transferlerle) şampiyonlar ligi'nde 1-2 sene daha izleyip akıbetini görebilirdik, ama orada bitti. o dönemki oyununa diziliş olarak en yakın 2013 yılında oynattı, ama bu sefer 2000'deki pres anlayışını biraz değiştirmek zorunda kaldı.
2010'larda artık herkes fizik güç konusunda bilinçliydi, fark yaratmak için aynı zamanda topa sahip olmak gerekiyordu. bu fizik güç + topa sahip olma trendini nispeten düz diyebileceğimiz elmander, eboue, melo, burak, hamit gibi elemanlardan maksimum verim almayı başararak işin fizik güç kısmını, engin, selçuk inan, riera, sneijder gibi elemanlarla ise topa hükmetme kısmını kotararak iki formülü bir potada eritmeyi başardı. ama nispeten düz dediğimiz eboue, melo, hamit gibi elemanlar aynı zamanda üst düzey futbolda uzun süre yer almış, pozisyon bilgisi konusunda sağlam oyunculardı, pozisyonlarını kaybetmeden oynayıp, kendi bölgelerinde fiziken üstün gelmeyi başarabildiler.
şimdi ise fernando'nun gidişinin ardından önlibero olmayan
jean michael seri'nin geleceği iddialarıyla 2000'deki gibi bir orta saha düzeni hayali kuranlar var, maalesef özellikle şl'de bu mümkün değil.
dünya futbolunun şu anki şartları altında;
galatasaray zaten mevcut 4-3-3 sisteminde oynadığı için göbekte yoğunlaşamıyor, hücumlarını kenarlardan şekillendirmek zorunda. ama bu da beklerdeki enerji eksikliği yüzünden sekteye uğruyor:
1)
oyunun kenarlarda tıkanması: 2000 galatasaray'ı zaten 4-3-1-2 oynadığı için oyunu merkezde daraltıp (emre-suat-okan) hücumda (hagi ve arif'in kanatlara açılmasıyla) kenarlara yayan bir takımken, şimdiki kadro yapısı oyunu zaten geriden itibaren kenarlardan oynamak zorunda, ama ilerleyemiyor. bunun ana sebebi enerjik olmayan
nagatomo ile
mariano. bu da hem feghouli'nin tehlikeli bölgelerde fazla içeri girerek oynayamamasına (mariano arkasını yeterince dolduramıyor), hem de sol kanattaki oyuncunun (geçen sezon onyekuru, bu sezon babel) forvet koşularıyla içeri girmesi sebebiyle belhanda'nın sola kaymasına sebep oluyor, çünkü solda da nagatomo orayı dolduracak enerjide değil. bu yüzden oyun daha orta saha kenarlarında tıkanabiliyor (belhanda'nın sola kayıp göbekte yarattığı boşluk da cabası), bu da rakibin erkenden yerleşip pozisyon almasına sebep oluyor.
2)
rakiple boğuşabilen bir santrforun olmaması: diagne gidecek mi kalacak mı bilemiyoruz, eğer kalacaksa bu sorun devam edecek çünkü rakip defansın dengesini bozacak bir forvet olmayınca rakibin bütün savunma konsantrasyonu galatasaray'ın oyunu şekillendirmeye çalıştığı bölgede yoğunlaşabiliyor.
beklerin bu hali galatasaray'ı arka bölgede sibop olacak eski usül bir önliberoya mahkum bırakıyor, bu yüzden
mehmet topal iddiasının doğru olma ihtimali yüksek, gelirse donk'la rotasyon yapacaklar. oysa iki tane enerjik bek alınsa, marcao ve luyindama'nın yarattığı önde oynama imkanıyla birlikte belki o zaman boxtobox'lardan oluşan orta saha göbeğiyle şl'de iddialı bir oyun ortaya konabilirdi.
yani galatasaray'ın iki bekini birden bu yaz döneminde değiştirebileceğini düşünmediğim için michael seri de gelse, diagne yerine daha mücadeleci tipte bir forvet de gelse bana göre galatasaray'ın o özlenen tarzda (günümüz şartları dahilinde tabii) bir presçi oyun oynaması mümkün değil, o yüzden rakibi doğru karşılamaya yönelik, pozisyon hakimiyetine önem veren savunma anlayışıyla devam edeceklerini düşünüyorum. olur da bir mucize olur, iki sağlam bek birden gelirse bilemem