Film Önerileriniz - Sayfa 160 | GSCimbom - En İyi Galatasaray Taraftar Portalı ve Forumu

Film Önerileriniz


Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
1375322586_1388038670.jpg




Crows Zero (2007) - IMDb



Biraz önce bitti film. Bol aksiyon ve gençlik hikayeleri barındıran bir japon yapımı. Filmde "Suzuran" diye bir erkek lisesi var. Normal liseler gibi değil tabi. Her sınıf bir cephe durumunda. Amaç Suzuran'ın sahibi olmak. Ama o kadar kolay değil tabiki. Başroldeki elemanımız Genji'nin Suzuran'ı ele geçirmeye çalışmasını anlatan bir film. Fazla spoiler vermeyeyim. Genel anlamda çok beğendim filmi. Serinin 2. filmini de birazdan izliycem. Yorumlara göre o da aynı çizgideymiş. Bakalım Genji 2. filmde neler yapacak :)



İzlemeyenlere tavsiyemdir. Dövüş filmi sevenler kaçırmasın derim.



Puanım: 8.0/10 :ka21:
 
Spoorloos (1988)







Filmin Konusu : Birbirlerine aşık olan Saskia (Johanna ter Steege) ve Rex (Gene Bervoets) çifti, tatil yapmak amacıyla arabalarına atlayıp yola koyulurlar. Çiftimiz güle oynaya yollarına devam ederlerken Saskia Rex'e, belirli aralıklarla gördüğü ve her seferinde aynı kurgunun yaşandığı, özünde ikisinin de birbirlerine kavuşamadıklarını anlatan rüyalarından bahseder. Peşisıra patlak veren ve küçük bir anlaşmazlık sonucu yaşanan tartışma; Saskia'nın Rex'e kendisini hiç bırakmaması için yemin ettirmesiyle son bulur ve dinlenmek üzere bir benzin istasyonunda mola verirler. Saskia, kahve almak için markete gider ve geri dönmez. Ne yapacağını bilemez bir durumda olan ve belirli bir süre arabasında Saskia'yı bekledikten sonra etrafı kolaçan eden Rex, herhangi bir sonuç alamaz. Hatta müessese sahibi, Saskia'nın belki de kendi isteğiyle oradan ayrılmış olabileceğini düşünerek ortada hiçbir delil bulunmadığını ileri sürer ve polisi bile aramaya tenezzül etmez. Rex ise böyle bir varsayıma asla inanmayacaktır...



Değerlendirmem : Gizemli gerilim ve korku filmlerindeki beklentilerin kanın gövdeyi götürmesi şeklinde algılandığı günümüzde tüm ezberleri bozan Hollanda yapımı takdire şayan bir film...Filmin sonuna kadar meraklanmak,gizem faktörünün hep doruklarda kalmasını istiyorsanız bu film biçilmiş kaftandır. Filmin konusunu oluşturan olayla ilgili herşey ortada olmasına karşın hep bir "acaba ne olacak?" sorusuyla film alıp götürüyor. Avrupa sinemasının muzdarip alışkanlığı ağır temposunun dışında bana göre tüm benzer klişelerine karşı bariz bir üstünlüğü var. Yapım o kadar iyi olmuştur ki daha sonra Jeff Bridges,Kiefer Sutherland ve Sandra Bullock gibi sağlam bir cast'a dayanan Amerikan versiyonu çekilmiş fakat bu film kadar başarılı olamamıştır. Yani bu film bir manada yapı taşı olarak sinemada tür üzerinden yeni ufuklar açmıştır. Kesinlikle tavsiye olunur,edinin izleyin...8,5/10
 
À La Folie... Pas du Tout (He Loves Me,He Loves Me Not) (2002)







Filmin Konusu : Angelique, hayatını sanata adamış olan genç bir sanatçıdır. Çok memnun olduğu, huzur veren bir sevgilisi ve her gün yeni bir heyecana atıldığı harika bir hayatı vardır. Tek sorun şudur ki, Angelique'nin sevgilisi evlidir. Kendisine boşanacağına dair sözler vermesine rağmen görünürde hiçbir çabası yoktur.

Doktor ise Angelique'nin görebildiğinden çok daha başka bir hayat yaşamaktadır. Onun bakış açısından yaşanan bu durum büsbütün farklıdır.



Değerlendirmem : Filmin adına aldanmamak gerek...Başlarda romantik-komedi süsü verilmiş,ortalara doğru gerçek kimliğine bürünüyor psikolojik-gerilim olupo çıkıyor,sonlarda rahatsız edici şekilde geriyor.. Kurgusu güzel, oyunculuklar yönünden Audrey Tautou daha sevimsiz sevimli bir rolde...Özellikle flashback olayındaki detaylar iyi,pek boşluk bırakılmamış. "Erotomani" denilen bir hastalığın da ne demek olduğunu öğreniyorsunuz...7,5/10
 
Les Parapluies de Cherbourg (Cherbourg Şemsiyeleri) (1964)







Film Hakkında : Madame Emery ve kızı Geneviève Fransa'nın Normandiya bölgesinde küçük bir liman şehri olan Cherbourg'da küçük bir butikte şemsiye satarak geçinmektedirler. Film 1957 yılında 17 yaşındaki Geneviève ile 20 yaşındaki oto tamircisi Guy Foucher'nin birbirlerine aşık olmaları ile başlar.Bir süre sonra aşık olduğu adamla evlenmek istemesi ve annesinin buna karşı çıkmasıyla başlayan olaylar, kadının sevgilisinin iki yıllığına askere gitmesiyle dramatik bir boyut kazanır. Zaman geçecek ve pek çok şey için geç kalınmış olacaktır...

1950'lerin Fransasında geçen film ilk renkli Fransız müzikali olma özelliğini taşıyor. 1964 yılında altın palmiye ödülü kazanan filmin en iyi yabancı film dalında da oscar adaylığı bulunmakta..



Değerlendirmem : Çok sıradan bir konu aslında fakat öylesine şiirsel bir anlatım var ki...Bir kere müzikal şeklinde geçmesi ve pastel renklerle bezenmiş gösterimiyle bu sıradan konu etkileyicilik kazanıyor. Eğer melodramdan haz etmezseniz ilk başlarda sıkabilir. Birinci perdeye kadar sabrederseniz sonraki perdelerde "ne güzel yıllarmış yahu!" diyebilme ihtimaliniz kuvvetli bir iç huzura erersiniz.Ayrıca Catherine Deneuve'nun bana göre en güzel hali bu filmde... Tüm zamanların en iyi klasiklerinden...8/10
 
Bonnie and Clyde (1967)







Film Hakkında :
Amerika Birleşik Devletleri ekonomik bir çöküşün içerisinde can çekişmektedir. Bonnie, annesinin arabasını çalan Clyde'ı fazlasıyla çekici bulmaktadır. Bonnie, Clyde ile birlikte kaçmaya karar verir. Artık ikisi de haydutluk müessesesinin yılmaz birer üyesidirler. Artık yapılacaklar listesinde alt alta işlenecek suçlar sıralanmıştır. Peşlerine düşmek üzere olan emniyet güçleri de onları yakalamaya kararlıdır.

Dönemin önemli oyuncuları Warren Beatty ve Faye Dunaway'in canlandırdığı Bonnie and Clyde kendi döneminin en cesur yapıtlarından biri.



Değerlendirmem : Şimdi bu filmi dönemine göre değerlendirmek daha doğru olurdu aslında...Günümüzdeki soygun filmlerine nazaran daha basit bir konusu var,görüntünün güzelliği göz alıcı,o döneme göre bayağı tempolu çekildiği kabul edilebilir ve türünün ilk örneklerinden olması vesilesiyle ayrıca izlenmesi gerekir diye düşünüyorum.Alt metinde yine kişilerin psikolojik bozukluğunun sebep oladuğu olaylar ile ilgili ince göndermeler var. Ekonomik çöküş dolayısıyla girilen bunalımlı yııların insanlar üzerindeki anarşist etkileri de aslında tüm film boyunca başka bir paralelde anlatılmakta...7,6/10
 
Planet Of The Apes (Maymunlar Cehennemi) (1968)





Film Hakkında :
Bir grup astronot, çok uzun bir yolculuğun sonunda uyanarak, bilinmeyen bir gezegene iniş yapar.Aradan 1000 yıllar geçmiştir...Burada ilkel bir kabileye mensup kişileri görürler fakat onları bekleyen asıl sürpriz daha sonrasında yaşanacaktır.Nitekim bundan sonra olaylar tam anlamıyla 2 ayrı ırkın 2 ayrı dünyasının fiziksel ve zihinsel savaşını konu alacaktır.



Fransız yazar Pierre Boule’un ciddi bir alaycılık ve toplumsal eleştiri barındıran La Planete des Singes isimli romanından uyarlanan Maymunlar Cehennemi, iki Oscar ödüllü ve sürükleyici bir yapım. Sadece Charlton Heston gibi bir yıldızın performansıyla değil; çizdikleri maymun bilimadamı ve bilimkadını portreleriyle tarih kadar eski bir varoluş tartışmasını, ilerleme karşısında statükonun direnci temasını beyazperdeye nefis bir şekilde taşıyan oyuncularıyla da göz dolduruyor.



Değerlendirmem : Bu filmden, çok küçük yaşlarda izleyip daha sonrasında tekrar izlemiş olmama ve aradan uzun yıllar geçmesine rağmen söz etmemin nedeni, şu an yeni versiyonlarının çekilmesi. Nitekim 1968 yapımı bu sinema şahaseri ile, yeni versiyonlardan ötürü hiç olmadığını sandıklarından veyahut eski diye izlememe gibi bir yanılgıya düşmesi konusundan ötürü, bazı arkadaşları uyarmak istedim...



Bir kere bu film bilimkurgunun sürükleyiciliğini ve gizemini taşımakla birlikte, felsefik altyapısıyla dini,evrimi,statükoyu,tarihi sorgulayan insanın varoluşçuluk inanışına çeşitli göndermeler yaparak şüphecilik konusunda çığır açan bir kült. Mahkeme salonundaki çarpıcı "üç maymunu" oynama sahnesi,ironi taşıyan diyalogları ve tabii ki sinema tarihine geçen, insanın kanını donduran son sahnesiyle dumur eden bir klasik...Tüm zamanların en iyi bilimkurgu klasikleri arasında yer alan bu film kesinlikle 2000'li versiyonları izlenmeden izlenmeli,çünkü bu bir yapı taşı... Diğer 70'li yıl versiyonları biraz zorlama olsa da Charlton Heston'un muazzam performansı,kostümler,makyajlar,mekanlar ve can alıcı diyaloglarıyla 1968 yapımı sinema tarihinde bir kilometre taşıdır...9/10
 
Arizona Dream (Arizona Rüyası) (1993)







Film Hakkında : Axel Blackman, ailesi ölünce New York’a yerleşip büyük bir balıkçılık şirketinde tuhaf bir işe girmiştir. İşi balıkları saymaktır! Arizona’da araba satıcısı olan Leo Amca birden ortaya çıkar ve onu memleketine çağırır. Çünkü evlenecektir ve Axel’in nikahta sağdıcı olmasını, sonrasında da işini devralmasını istemektir.



Genç adam New York’un antitezi olan Arizona’ya vardığında onu bambaşka renkler beklemektedir. Leo Amca’nın, iki ayrı kadının ve kendisinin hayalleri arasında sıkışıp kalacak mı yoksa çıkış yolunu bulabilecek mi?



Avrupa’daki başarılı kariyeri ardından Amerika topraklarında, Amerikanın usta oyuncularıyla çektiği Arizona Dream, Kustirica’ya 1993 Berlin’inde hem Altın Ayı hem de Jüri Özel Ödülü’nü getirdi. David Atkins’le birlikte yazdıkları öykünün merkezindeki Axel karakteriyle Johnny Deppin bir kez daha yıldızlaştığını da ekleyelim.



Değerlendirmem : Müptelası olduğum filmlerden biri daha...Düşlerin insan hayatında ne denli teşvik edici bir rol oynadığını sürrealist felsefeye bağlı kalarak anlatan muhteşem bir yapım...Müzikler ayrı bir güzel,mekanlar ayrı bir güzel,oyunculuklar ayrı bir güzel,verdiği mesajlar apayrı güzel...Filmde belki başrol Johnny Depp'in fakat Lili Taylor'a hayran kalıp aşık olmamak konusunda zorlanılması olası...Film eskimolarla başlar, balonla ve uçan bir balıkla devam eder, rüyalarla süslenip, amaçları gerçekleştirmek için insanın sınırlarını zorlar ve "kalk yerinden düşlerini gerçekleştir" emriyle insanı teşvik eder...Emir Kusturica'nın ve sinama tarihinin klasiklerinden olan bu filmi izlememek bir eksikliktir.Müzikleri de ayrı bir şahane ayrıyeten,kulak kabartmışlığınız kesinlikle olacaktır ...9/10
 
crows2_poster_4c_1002.jpg




Kurôzu zero II (2009) - IMDb



İlk filmdeki başrol elemanımız Genji, bu sefer de çevre okullardan Housen'e kafayı takıyor. Suzuran ve Housen'ın geçmişten gelen bir sürtüşme var. Bu bir antlaşma ile dindirilmiş. Ama Suzuran şefi Genji, bu antlaşmayı istemeden de olsa bozuyor. Sonrasında olaylar gelişiyor.



Kısacası aksiyon severler için tam tadında bir film.



Puanım: 8.0/10 :ka21:
 
poster11.jpg




Güzel bir romantik film, sık sık komedi de var. İzleme anında boşa giden zamanlar geliyor insanın aklına...

Bu arada Amanda Peet müthişti. :)



7.5/10
 
Le Mépris (Nefret) (1963)







Film Hakkında : Paul Javal Yunan tragedyası Ulysses'in yeni ve daha ticari bir versiyonunu yazması için kiralanan bir senaristtir. Yönetmen Fritz Lang yapımcı ise Jeremy Prokosch olacaktır. Ama Javal, karısı Camille'in yapımcı Prokosch tarafından baştan çıkartılmasına seyirci kalır. Camille kocasının kendisini kullandığını anlar ama bu oyunu da gittiği yere kadar sürdürür. Bu bir aşk, kıskançlık ve güç oyunudur artık...



Jean-Luc Godard'ın efsaneler arasına girmiş filmi Alberto Moravia'nın "Il Disprezzo" adlı romanından uyarlama. Başrollerde ise Brigitte Bardot, Jack Palance ve Michel Piccoli var...



Değerlendirmem : Oyuncu cast'ı çok sağlam öncelikle. Özellikle Fritz Lang'in yönetmenlikten oyunculuğa geçtiğini görünce şaşırdım biraz. Film kadın-erkek arasındaki güç savaşını ve ilişkilerde tek bir yanlış hareketin ne denli olumsuzluklara sebebiyet verdiğini, Yunan mitolojisinde Odyssea, Penelope ve Posedion arasındaki ilişkiyle aynı paralellikte anlatıyor. Yani felsefik bir anlatımı var,o yüzden bazı yerlerinin dikkatle izlenmesi gerek yoksa ipin ucunu kaçırıyorsunuz.Enteresan bir film bu yönden ve hç de sıradan değil...Bridgette Bardot'un en göze batan başrollerinden biri...7,7/10
 
Play It Again,Sam (1972)







Film Hakkında : Karısı tarafından terk edilen eleştirmen Allan’ı, bu travmatik durumdan arkadaşları kurtarmaya çalışır. Allan arkadaşlarının tanıştırdığı yeni kızlarla flört ederken, bir yandan da alt benliği olan Humphrey Bogart’ın tavsiyelerine uymaktadır.



Allen’ın aynı adlı tiyatro oyunundan uyarlanan film, her bir dakikasında ayrı bir lezzet taşıyan, dolu dolu bir komedi.



Değerlendirmem : Film Casablanca filminin akılda kalan son sahnesiyle açılır..Neden bu şekilde açıldığını akış ile birlikte anlayabiliyoruz. Allan filmde alt benliği olan Bogart'ın tavsiyeleriyle kadınlarla iletişim sorunlarını aşmak istemektedir. Bu manada arkadaşlarının ona yardımları da bir nevi Bogart'ın,Allan'ın benliğindeki baskınlığıyla sonuçsuz kalacaktır.Nitekim Allan rahat olmayı becerememiş,kendi nevrotik dünyasında Bogart'ın yol göstericiliğinde ilerlemekte,bir sinemasever olarak hayata sadece izleyici olarak bakmaktadır.Bu izleyicilikte de benliğini tamamen Bogart'a teslim etmiştir.Kendi gibi kadınları aramaktadır,kendine güvensizdir...Özellikle resim galerisinde bir kadınla girdiği diyalog hakikaten çok iyi bu manada.



Komedi unsurlarını barındıran,nevrotik bir adamın kadınlarla ilişkisini konu alan, yine Woody Allen- Diana Keaton ortaklığının ortaya çıkardığı, her dakikası keyifli hiç sıkmayan bir film. Kahkaha krizine falan sokmaz ama yüzünüzde bir tebessümle izlersiniz,vakit kaybı olmayacaktır...Casablanca'yı izleme isteği de doğuracaktır...Tavsiye ederim kesinlikle...8/10
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt